Kader farkındalığı olmadan bilgelik başlamıyor
Seçimler özgür iradeyle mi yapılır yoksa hepsi önceden zaten belli midir? Bu özgürlük hissi sadece bir zannedişten ibaret olabilir mi? Bilgelik Bilinci ekolünün duayeni Işık Yazan’dan kader ile ilgili sorularımıza cevap bulmak istedik.
“Kaderimde ne varsa onu yaşayacağım, hayırlısı ne ise o olsun” cümleleri hepimizin sık sık söylediği cümleler. Ancak klişeleşmiş bu ifadeleri kullanırken onların içimizde hangi bilinç seviyesinde hakikat bulduğu aslolan. Hayırlısını isterken, sonucun bizim istediğimiz gibi olmasını da alttan alttan istemiyor değiliz. Hem “hayırlısı olsun” diyoruz, hem de belirleyici biz olalım istiyoruz. “Kaderimde varsa yaşayacağım” deyip, bazen de şuursuz bir eylemsizlik ve sorumsuzluk tutumu içine girebiliyoruz. İkilem seçim anı geldiğinde başlıyor. Seçimlerimizin, eylemlerimizin tüm akışı değiştireceğini varsayarak doğru kararı verebilmek adına çelişkiye düşüyoruz. Peki neyi biz seçiyoruz, neyi seçmiyoruz? Özgür irade gerçekten var mı? “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” ifadesinin altında kavranması gereken başka bir hakikat olduğu ve bunun üzerine düşünmek gerektiği açık. Bu, külli iradenin cüzzi iradeyi içereceği ve zaten içermek zorunda olduğu anlamına geliyor. Yaratıcı tarafından olması planlanan her şey aynen gerçekleşiyorsa bizim buradaki rolümüz ya da fark etmemiz gereken nedir? Bu sorular zor sorular elbet, fakat belki de kelimelerle kavranması mümkün olmayan bir başka hali tarif ettiği için herkese göre başka idrak seviyelerini içeriyor. Anlatılamayanı yine de ifadelere dökmeye çalışmaktan öte aktarılabilecek bir şey yok. Parçalı bulmacanın birkaçını dahi olsa yerine oturtabilmek için sorularımızı Işık Yazan’a yönelttik. 1989 yılından bu yana da “Bilgelik Bilinci-Mutluluğun Eğitimi” adı altında eğitimler veren Işık Yazan, 34 haftalık eğitim boyunca bilgi ve içselleştirme çalışmaları ile fark edilen bu kavramların bir dergi röportajına sığamayacağını söylediyse de perdeyi ucundan da olsa aralamak istedik.
“Bilgeliğin başlaması için kader farkındalığının oluşmuş olması şarttır.”
Kader nedir? Özgür seçim hakkımız gerçekten var mı?
Kader bilgisi bir insanın hakikatin farkındalığına açılması için çok önemli ve çok kritik bir bilgidir. 30 yıldır verdiğim ve 34 çalışmada tamamladığım bilgelik çalışmasının 4’üncü haftasında anlatırım kaderi. Çünkü kader farkındalığı olmadan bilgelik başlamaz. Bilgelik denen şey insanın mutluluğudur, özgürleşmesidir, huzurudur. Teslimiyet denen hal ise kader farkındalığı ile mümkündür. Teslimiyet bilgeliğin başlangıç halidir. Sonra daha da gelişerek seni başka bilinç sıçramalarına götürür. İnsan her karar anında iki yol ayrımındadır. Bir özgür iradesi vardır şeklinde algılar. “Senin özgür iraden var, kafanı çalıştır, ahlaklı ol; doğruyu seçersen sonucu iyi olur, olumsuzu seçersen sonucuna katlanırsın” şeklinde anlatılır herkese, sanki bir özgür irademiz varmış gibi. İnsan da her seçimini kendinin yaptığını düşünür. Ancak iş öyle değildir. Çünkü yaşadığımız dünyada determinizm, yerçekimi gibi bir kanundur. Determinizm sebep-sonuç kanunu demektir, nedensellik demektir. Her şeyin bir önceki sebepten dolayı bir sonraya geçiş yapmasıdır. Sen “bir seçim yaptım” zannederken aslında onu oluşturan milyarlarca şart vardır içinde. Dün akşam yediğin yemekten, ayın sana tesirinden, senin cinsiyetinden, almış olduğun tahsilden, yaşamış olduğun aileden gibi gibi birçok etken senin bir sonraki durum karşısındaki şartlarını seçer. Senin seçimin senin sayısız şartının bir bileşkesi olarak kaçınılmaz olarak olur. Dolayısıyla sen bu şartları bilemezsin. Bu şartlar senin doğumunla, hatta doğumundan önce anne-babanın tanışmasıyla başlar. Senin hiç bilemeyeceğin kadar çok bileşkeni içeren ve dolayısıyla yaptığın seçimi ben yaptım zannettiğin ve sana da “ben bu seçimi özgür irademle yaptım” dedirten bir hissiyattır. Fakat işin hakikati bir mekanizmadır. Bu mekanizmada senin önüne çıkan sayısız olgunun içinde sana hangi şartın geleceği ve senin hangi seçimi yapacağın bellidir. Ki başka türlüsü de çıkamaz, çünkü sebep-sonuçlar dıştan da ilerler. Sebepsiz hiçbir şey yapılmaz ve senin önüne gelen olay da sebepsiz olmadığı için önceden bellidir. Hollandalı Nobel ödüllü fizikçi Gerard Hooft, kaderin varlığını bilimsel olarak da ispatlamıştır. Bir atom parçacığının nerede olacağını 43 saniye önceden tespit eden bir model geliştirmiştir. Bu teori bilim dünyasında çarpıcı bir etki yaratmış ve semavi dinlerin savunduğu kader inancının bilimsel olarak ispatı şeklinde ifade edilmiştir.
“Her şey senin en yüksek hayrına, tanrısal bir kader planıyla yürümektedir.”
Bu bilginin bilgelik penceresinden daha yüksek ifadesi nedir? Yani bir kaderin varlığı inancı bize hangi farkındalığı sağlamalı?
Bunu fark edebilecek realitedeki, yani ruhsal olgunluk seviyesindeki kişi şunun bilincindedir ki, “her şey senin en yüksek hayrına” tanrısal bir kader planıyla yürümektedir. Varoluşun tüm olguları tanrısal aklın ürünüdür ve tanrısal aklın ürünü olan bu yaşam, herkesin bir sonraki daha yüksek gelişmiş farkındalığa geçmesi içindir.
O halde biz sadece bunu fark etmekle mi yükümlüyüz? Bu yaşam bir başka planın sebebi mi?
Burası; reenkarnasyon ile, insanların her seferinde biraz daha farkındalığının yükseldiği, ki buna ruhsal olgunluk seviyesi diyoruz, 7. çakrada insanlıktan mezun olunan ve daha yüksek boyut farkındalıklarına geçilen bir aşama. İnsan hayvandan ileri, insanüstünden geri ara bir aşama, burası bir okul. Dolayısıyla senin buradaki bütün yaşamın farketmek, farketmek, farketmek üzerine kurulu.
Neyi fark etmek? Biraz daha açarsak…
Sokrates’in “kendini bil” ifadesi, Hz. Muhammed’in “kendini bilen rabbini bilir” ifadesi… Hermetik bilgelikte de tapınaklarda yazan aynısıdır. İnsanın kendini bilmesi ilk adımdır. Kendini bil, sen nesin? Sen bu beden misin, yoksa bir fark ediş misin? Bedensen somutsun, nesnelsin. Bir fark ediş isen soyutsun, öznelsin. İşte insan sadece bir fark ediştir, bu beden değildir. Sen bu bedenin içinde de değilsin, çünkü bir şeyi fark edebilmek için içine de girmezsin. “Fark ediş” bu bedene odaklıdır sadece. Doğarken odaklanmıştır ve bir ömrü bu bedene odaklı sürdürür. Hiçbir yerde olmayan varlıktır farkındalık, en yüksek hakikattir. Bu bir fark ediş dozunun yükselmesidir hakikati fark ediş. Daha yüksek hakikatler var.
Özgür seçim konusuna geri dönersek, neden özgür seçimimiz olduğu fikrine sahibiz peki?
Kaderi fark edemeyecek realitede olanların “kendi seçiyor, kararları kendi alıyor” zannetmesi gerekmektedir. Yani bir gerekçe olarak, bir zannediş olarak. Çünkü o öyle biliyor, daha ötesine zaten realitesi el vermiyor. O kadar çok “her şeyi özgür olarak yapıyorum” duygusunda ki, fark edebilecek olgunlukta değil. Böyle olduğunda ise o insan egosunun itiliminde yürür.
Kader konusunda konuşunca Levh-i Mahfuz’a değinmemek olmaz. Levh-i Mahfuz’u nasıl yorumluyorsunuz?
Senin de farkındalığını içine alan, giderek mutlak farkındalığa yükselen bir farkındalık sisteminin tamamına Tanrı deriz. Sen de bunun bir dozundasın. Sen de onun bir dozusun, mutlağı değil. Mutlağa varmak mümkün değil, varılamayacağı için mutlak zaten. Bu tanrısal sistemin içinde senin farkındalığın yükseldikçe özgürleşiyorsun. İnsanlık planında 7 çakranın 7.’sine kadar gelmek mümkün. Levh-i Mahfuz; bu tanrısallığın senin realite seviyeni, ruhsal olgunluk seviyeni biliyor olup, senin bütün ihtiyacın olanları sana olaylar, fark ettirişler tarzında yaşamına kader planı olarak koymasıdır. Senin değil, varoluşun bildiği plandır. Hepsi yazılmış bitmiştir. Senin doğduğun günden öleceğin güne kadar bir an bile şaşmayan ve sebebinin de başka türlüsü mümkün olmayan, kaçınılmaz şekilde andan ana geçiş, sebep sonuç sistemidir bu. Önceden her şey bellidir.
“Kader planında olumsuz yoktur, acıtan vardır”
Bu tanrısallığı bilmek, kendini bilmekse; teslimiyet anlayışımız nasıl bir bilgiyi içermeli? Ya da nasıl bir bilinçte yaşamalı o zaman? İşte burada biraz karışıyor görünüyor çünkü…
Bilgelikte esas önemli olan teslimiyettir. Teslimiyet hiçbir şey yapmadan beklemek değildir. Dinamik ya da aktif teslimiyet denir buna. Mesela senin tanrısal bir kader planının olduğunu bilişin, ama kaderinin ne olduğunu bilmeyişin… Yaşamdaki olaylar zaman zaman da acıtır. Olumsuz yoktur kader planında, acıtan olay vardır. Acıtır ama olumsuz değildir, acıtır ama onun en yüksek hayrınadır. Bu kader planının olduğunu biliyorsun, her şeyin en yüksek hayrına olduğunu biliyorsun ama biraz sonra ne olacağını bilmiyorsun. Mesela çocuğunu imtihana hazırlıyorsun. İmtihanın öncesinde bir anne olarak sana düşen çocuğunun hazırlanması için gayret etmen, çaba göstermen ama şunu da biliyor olman: “kazanamazsa onu bekleyen başka yüksek bir hayır var, bu okul değil onun hayrına olan”. Kazanırsa da ne güzel tam da istediği ve onun hayrına olan oldu dersin. Daima onun hayrına olan olacak. Bunun öncesinde de sonrasında da teslimiyet vardır. Öncesinde huzurlusun, biliyorsun sen elinden geleni sonuna kadar icra edeceksin, çocuğunu moral olarak, gıda olarak, disiplin olarak “elinden geldiği kadar” hazırlayacaksın. Senin yeterliliğin neyse çocuğun şartı da odur. Ama sonunda kazansa da kazanmasa da bileceksin ki, olan onun en yüksek hayrına olacak. Bütün şartları hazırlayan tanrısal plan. Dolayısıyla “en yüksek hayrına olan şartların yürürlüğe girdiğini” bilmek, sende hiçbir tedirginliğin olmaması demektir. Her şey tam da olması gerektiği gibi oluyor. Her an tam da olması gerektiği ve tam da ihtiyacın olan oluyor. Kaderin ifadesi bu cümlede gizli.
O halde “tüm bunlara neden ihtiyaç var” sorusu akla gelmiyor değil! Neden bu fark edişe gerek var her şey belirli ise?
Bu sorulmayacak soru. Neden sorulmayacak soru? Çünkü nedensellik bu 3. boyut; madde, mekan, zaman evreninde akılla yürüyen bir şeydir. Hakikatte nedensellik yoktur. “Neden yaradılış oldu” sorusunu soramayız. Bizim üzerimize düşen fark etmek. Doğu bilgeliği insanın aklına yatacak kadar şöyle cevap veriyor. Tanrısal varoluş o kadar ihtiyaçsız, o kadar mutlak, o kadar muhteşem ve o kadar mutlak mutluluk içinde ki, oyun oynuyor. “Leela” der buna doğu bilgeliği. Onun oyunu! Mutlak farkındalık. Akla göre bir izah yapmak gerekirse; bu bir oyun. Biz tanrının neden yarattığını ve neden böyle yarattığını sorgulayamayız. Buna lüzum yok ve yararı da yok. Bizi ilgilendiren, bizi rahatlatacak, huzur verecek hakikati fark etmek. Bize düşen görev bu.
Bilgelik eğitimleriniz bu fark edişi sağlamak üzerine kurulu. Bilgelik Bilinci-Mutluluğun Eğitimi” diyorsunuz. Peki bilgelik ya da mutluluk eğitimle, öğrenmeyle varılacak bir şey ya da yer mi?
Bilgelik 5. çakrada kader farkındalığı ile başlar. Teslimiyet peşinden kaçınılmaz olarak rahatlatıcı faktör olarak gelir. Hz. İsa’nın “Gerçek sizi özgür kılar” sözüyle örtüşür şekilde, sen hakikati fark ettikçe daha mutlu olursun. İnsanı mutlu kılan daha çoğuna sahip olmak değildir. İnsanı mutlu kılan sadece fark ediştir. Hint bilgeliğinin 7 çakrası, 7 realite seviyesi anlamına gelir. Aynı şekilde tasavvufta da 7 nefs merkezi vardır. 7 farkındalık aşamasında 5. çakrada ya da 5. nefs merkezinde başlar bilgelik. 6. çakrada daha yüksek bir farkındalığa geçer. 7. çakrada daha da yüksek. Bizim 34 haftalık çalışmanın arkasından yaptığımız ve Satsang dediğimiz içselleştirme çalışması bu çakralardaki hakikati fark ettiren ve içselleştiren bir çalışma. Bilgelik bilgi değildir, bilgililik değildir. Daha yüksek gerçekleri fark etmektir. Fark ettiğin zaman, yaşadığın huzur ve mutluluk, senin etrafına enerji olarak yayılır. Seni bir halin içine sokar. İnsan daha yüksek hakikatleri fark ettikçe daha yüksek frekansa geçer. Eğitimde olmazsa olmaz bilgiler var. Kader anlatımı bir bilgidir, ama teslimiyet yaşanan bir haldir. Dolayısıyla bilgelik eğitiminin bazı bilgileri vardır, bilgiyle başlar ama bilgiyle ve akılla yürümez. Fark ediş senin bilincine, varlığına aittir ve onun da realitesi, seviyesi vardır. Bilgeliği yürüten akıl değildir. Mevlana der ki, “senin aşkınla bilgiyi hata bildik”. Yani tanrısal aşk içine doğduğu zaman bilgiyi unutmak istersin. Hakikati fark ettikten sonra bilgiye gerek yoktur artık. Fark ettiğin şeyi de kimseye bilgiyle, kelimelerle anlatamazsın. Bu kalbin açıklığıyla sevgiyle aktarılacak hakikattir. Akıldan akla bilginin aktarımı için sevgiye ihtiyaç yoktur, fakat yine de öğrenilir. Ancak yüksek hakikatin fark edilmesi için sevgi gereklidir. Bu bilgi işi değil bir fark ettiriş meselesidir.
….
Bilgelik nedir?
Bilgelik insanlık tarihi kadar eskidir ve insanın sebepsiz mutluluğu yakalamasının yoludur. Kişiyi kuşatan şartlar ne olursa olsun, mutlu ve huzurlu olabilmek bir yaşam sanatıdır ve bu sanata da “Bilgelik” adı verilir. İnsanın en yanlış bildiği şey mutluluk kavramıdır. Her insan mutluluğun ne olduğunu çok iyi bildiğini düşünür. “İmkanlarım olsa, sahip olduklarım daha çok olsa, daha güzel olsam mutlu olurum” der insan. Fakat dünyada hiç kimseye böyle mutluluk gelmemiştir. Şartlardan doğan mutluluktan insan bir süre sonra bıkar. Para insanın yaşamını değiştirir, fakat bir süre sonra bu yaşamı da kanıksarsın. Paralı yaşam mutluluk olsaydı pek çok insan mutlu olurdu. Binlerce yıldır insanlık dışta mutluluğu bulamamıştır. Karşındaki insanın seni seviyor olması seni mutlu ediyorsa, bir hafta sonra sevmiyor pozisyonuna geçebilir. Şimdi gülümsüyor ve senin hoşuna gidiyorsa biraz sonra surat asıyor olabilir. Dışta her şey her an değişir, sen dışa bağlıysan ve dıştaki olayla mutlu veya mutsuz oluyorsan savrulur durursun. Tarihte bilgelik arayışında en önemli örneklerden biri Hint Kralı’nın oğlu Gotama Buda’dır. Üç tane sarayı ve her imkanı olan 29 yaşında bir genç iken, saraydan bir gece kaçar mutluluğu aramak için. Çünkü sahip oldukları onu mutlu etmemiştir. İnsanlığın en büyük aldanışıdır mutluluğun sahip olunan imkanlardan geleceği. İnsanın zihni, aklı mutlu olamaz. Sigmund Freud, kırk yıl insan aklını araştırmış ve “insan zihni mutlu olamaz” sonucuna varmıştır. Belki biraz sıkıntıları azalır, rahatlar ama mutlu olamaz.
“Mutluluk başarılabilecek bir şey değil, keşfedilebilecek bir şeydir. O bir bırakmışlık, Olan’a izin verilmişlik hali içindeyken kendisi gerçekleşir.”
Peki o zaman mutluluğu nasıl bulacağız?
Mutluluk insanın yaratılışında, varlığında mevcuttur. İnsanın zannettiği gibi dış imkanlara bağlı herhangi bir şart insana mutluluk getirmez. Mutluluk başarılabilecek bir şey değil, keşfedilebilecek bir şeydir. Tüm insanlık “mutluluğun elde edilebilir ve öğrenilebilir olduğu” fikriyle büyütülür. Mutlulukla ilgili olarak anlaşılması gereken ilk şey, onun bir uygulama olamayacağıdır. O bir bırakmışlık, Olan’a izin verilmişlik hali içindeyken kendisi gerçekleşir. Yaşamın yaşanması yeterlidir. İçte sebepsiz mutluluğu fark edip yaşamaya başladığın zaman dışta her şey bir kutlamaya dönüşür. Herkesle coşkuyu paylaşırsın ama kaynağı içeriden gelir, dıştaki bir sebepten değil.
Zihinden değil bilinçten yaşamak mıdır bilgenin mutluluğu?
Biz bu beden değiliz. Bizim esasta ebedi ölümsüz, sürekli yaşamın ta kendisi olan varlığımız sebepsiz bir mutlulukla donatılmıştır. Bir bilgisayar olan beynimiz, zihin programı tarafından şartlandırılmıştır. Bu sebeple devamlı bedenimizde, devamlı dıştaki olaylardayız. İnsan içindeki sebepsiz mutluluğa odaklanmadıkça, bunun yolunu aramadıkça, bunu fark edip yaşamadıkça mutlu olması mümkün değildir. Bu çok mistik gibi görünüyor ama zaten bu yolun adı mistisizmdir.
Bizi bunun arayışına sürükleyen ruhsal olgunluk düzeyi midir?
İnsan yaşamlar boyu yaşadıktan sonra ruhsal olgunluk seviyesi olarak bunu arama noktasına gelir. Üç büyük din, insan bir kere dünyaya gelir der, ama Mevlana Mesnevi’de; “ben cansızlardandım, sonra bitkiler aleminde yaşadım daha sonra hayvan oldum da şimdi insanım” der. Bu dünyaya defalarca insan olarak gelirsin. İnsanlık, daha doğrusu can dediğimiz, bilinç dediğimiz ruhsallığımız; bitkilikten yukarıya doğru tırmanan, gelişen bir farkındalıktır. Bu yaratılış olarak kendi içinde mutluluk barındırır. İnsan bu dünyaya defalarca gelir ve sonunda ruhu olgunlaşır. Ama bu bilinçsiz bir olgunlaşmadır; sıkıntılarla çilelerle, sabırlarla, fedakarlıklarla, tahammüllerle. Bir yandan da durmadan bilinçli bilinçsiz mutluluğu arar. Bu insanın en içsel güdüsüdür. Mutluluğu ömürler boyu ararsın ama hep dışa yönlendirilirsin. Olgunlaşmış ruh sonunda şunu der: “Bu dünyada mutluluk yok, o zaman bu dünyanın anlamı nedir?” Bu noktadan sonra yaşamın anlamını sorgulamaya başlar.
“Herkesin yaşamında bir kader planı vardır ve bu sual sana ilahi plan tarafından sordurtulur”
Bizim bildiğimiz anlamıyla mutluluk yoksa ve bulunmuyor ise bu yaşamın anlamı nedir gerçekten?
Anlam çok önemli bir şeydir. Bu yaşamı yaşamaya değer kılacak olan nedir diye sorguladığımız zaman yaşamın anlamının sadece ‘mutluluk’ olduğunu görüyoruz. Bu yaşamda mutluluk yoksa sen sadece bu yaşama katlanırsın. Yaşam sırtında sürüklediğin bir yüke dönüşür. Bu noktaya geldiğin zaman yaşamın anlamını sorguluyor olmak, çok ileri bir ruhsal olgunluk seviyesinin göstergesidir. Yaşamının anlamını sorarken aslında sordurtuluyorsundur. Herkesin yaşamında bir kader planı vardır ve bu sual sana ilahi plan tarafından sordurulur. Mutluluk bir baht işi değildir. Kader planına göre arayan genelde bulur.
Sorduruluyorsa eğer, cevabı da yine ilahi plana uygun olarak gelecektir o halde. Öyle değil mi?
Bu sual sana sordurulurken bir yanda da onu bulacağın kişi, çalışma, kitap bir şekilde sana doğru gelmektedir. Rastgele hiçbir şey yoktur. Bilgelikte çok önemli bir ifade vardır, öğrenci hazır olduğunda öğretmen çıkar gelir diye. Hazır olmak bu arayış seviyesine hazır olmayı gerektirir.
Gelen cevabı nasıl bilebilir ya da nasıl fark edebiliriz?
Sana sorduran da kader planı, cevabı veren de kader planı. Cevap her şekilde gelir. Televizyondan, bir filmden veya gazeteden haber gibi de gelir. Hiç tanımadığın biri sana konuşurken arada mesajı verir. İnsanlarla tesadüfen bir aradayım zannedersin, halbuki yaşamda tesadüf yoktur.
Her şey belirli ise ve tesadüf yoksa, neyi fark etmemiz gerekiyor? Özgür iradeyi nasıl açıklıyorsunuz?
Kutsal Kitabımız Kuran-ı Kerim, insanın bir kaderinin olduğunu ve bunun ilahi plan tarafından belirlenmiş olduğunu söyler. Tasavvuf bilgeliğinin ve kadim bilgeliğin temelinde de teslimiyet yatar. Yarınları hep ben oluşturuyor isem nasıl teslim olabilirim ki? Bu durumda ne yapacağımı sürekli düşünmem lazımdır. Fakat ilahi programa ve olan her şeyin en yüksek hayrıma olduğuna güvenirsem kendimi bırakabilirim. Bu kendini bırakıp teslim oluş, bilgeliğin ilk fark edilip yaşanacak olan halidir. Bilgelik teslimiyetsiz olmaz, teslimiyet de kader farkındalığı olmadan olmaz. Her şey belirlidir. Buna kader mekanizması deriz ve çalışmalarımızın en başında kader mekanizmasını, daha sonra da teslimiyeti anlatırız. Biz her şeyi kendimizin yaptığını zannederken, bunun ilahi plan tarafından nasıl belirli olduğunu fark ederiz. Sen seçtiğini zannedersin, halbuki seçimi sen yapmazsın. Özgür irade senin varlığındaki özgürlük duygusudur fakat sebep sonuçla yürür her şey. Seçim diye bir şey yoktur, seçtiğimizi zannetmek vardır. Gerçek bilgeler hiçbir şeyi seçmez, her şey kendi kendine yürür.
Hayatta değiştirebileceklerimiz yok mudur?
Değiştireceğimiz bir şey yoktur, fark edeceklerimiz vardır. İnsan esasta da fark etmek üzere yaşar. İlahi plan bizim fark etmemiz üzerinde durur, başka hiçbir şey değil. Yaşamlar boyu neyi fark ettiysek, onun üzerindeki bir şeyleri daha ‘fark etmek’ üzere dizayn edilir deneyimlerimiz ilahi program tarafından. Biz fark ediş eksiğimizin ne olduğunu bilemeyiz. “Size şah damarınızdan daha yakınım” diyen ilahi plan bilir bunu. Dolayısıyla O’nun belirlediği kader planı içerisinde, biz bir ömür biriminde (kader planında fark etmemiz gerekenler açısından kısa bir ömür de olabilir uzun da) fark etmemiz gerekenler için buradayızdır ve bütün mesele budur. Biz neyi yapacağız, neyi değiştireceğiz diye düşünmeye gerek yoktur. İlahi planın bizim için sunduğu olaylar, olgular ve bilgiler ile bunların hepsi zaten -başka türlüsü olamaz şekilde- fark edilir. ‘Acaba ben bu dünyaya neyi anlamaya geldim?’ diye düşünmeye gerek yoktur. Bunu da bilemezsin zaten. Hayatta bir kayba uğradığın zaman içine boşluk gibi çöken bir acı yaşarsın. Bundan alman gereken zihinsel bir şey değildir. Yaşam sadece yaşanır. Yaşam yaşandıkça insanlar olgunlaşır. İnsan olgunlaştıkça da belirli bir realite çizgisine gelerek yaşamın anlamını sorgular.
Teslimiyet yanlış yorumlanabiliyor bazen. Eylem, teslimiyetin neresinde yer alır bu durumda?
Yaşam eylem demektir. Bir kader vardır ama sen kaderinin ne olduğunu bilemezsin. Dolayısıyla bize düşen, realitemizin doğrularına göre yaşamaktır. Doğru olduğuna inandığımız şey için gayret göstermek ve eylemde bulunmaktır. Buna dinamik, aktif teslimiyet denir. Senin için ne doğruysa sonuna kadar savunmak, çaba göstermek ve bunu oluşturmaya çalışmaktır. Bunun zaten senin kader planında da olduğunu bileceksin. İkisi bir aradadır. Kader planı da, seni meydana getiren şartların sana yaptırdıkları şeklinde yürür. Bilgelik dışardan etkilenmeden, savrulmadan yaşamaktır. Realitenden taviz vermeden, doğru olduğuna inandıklarınla ters düşmeden yaşaman gerekir.
Kayıp, ayrılık gibi deneyimlerin getirdiği duygular var hayatın içinde. Bakış açımız nasıl olmalı?
Bir insan üzgün ve hüzünlü olabilir ama yine de mutludur. Bir bilge de yaşadığı deneyimlere üzülmez. Çünkü mutluluk dıştaki olgudan gelmez. Dışta ne olursa olsun onun mutluluğunu değiştirmez. Bir film seyrediyor gibidir. Sen filmi gerçek gibi yaşarsan, sen de ağlarsın ama sen şurada oturduğunu ve bu filmin aslının olmadığını fark etmişsen korku filmi dahi olsa filmi patlamış mısır yiyerek izlersin. Dış da öyledir işte. Bu gördüğümüz dünya çok gerçek gibi yaşanan bir rüyadır. Bütün tasavvuf tarihinde, bilgelikte bunun bir rüya olduğu söylenir.
İnsan çağlar boyu acı deneyimlerle gelişmiş. Bu deneyimler hala gerekli mi öğrenmemiz için?
Ruhsal olarak kim gelişkin, kim geri diye tek tek ele almamız gerekir bu soruyu cevaplamak için. Dolayısıyla; gelişkin, koşulsuz sevgiye açılmış, başkalarına empati duyabilen, realitesi yüksek insan için acıya gerek yoktur. Ama diğerinin öğrenmesi için canının yanması gerekir. Yaradılış, insanı başıboş bırakmaz ve varlığındaki cenneti bulmayı, sana yaşattığı mutsuzlukla mecbur kılar. Yaşanan bu mutsuzluk, seni arayışa yönelttiği için ilahi bir yardımdır. Öğrenecek dersleri olanlar için görünüşte kederli deneyimler hazırlar. İnsanın eğitimi aileden başlar ve yaşam boyu devam eder. Dini de öğrenirsin, annen baban öğretir sana. Sen bu birikimle büyürsün, öğrenmek birikimdir çünkü. Ama aynı Tanrı, yetişkin bir yaşa geldiğinde seni duvara vurur ve darmadağın olursun. Sonra sende var olan inanç ve adalet kavramları sarsılmaya başlar. Bu darbe, aileden gelen zihinsel birikimin yıkılması içindir aslında. Sen darmadağın olduğunda yaşamın anlamını aramaya başlarsın ve işte o zaman yaşamı, hakikati keşfedersin. Keşfettiğini ise kimse senin elinden alamaz. Fakat aileden gelen birikim, inanç çabuk yıkılır. Senin hakikati keşfetmen lazımdır. İşte bu keşfetmenin yolu da çağlar boyu, insanlık tarihi kadar eski olan bilgelik yoludur. Ama bilgelik bir eğitim değildir, yani öğrenme değildir. Neyi biliyor olursan ol sen yine mutsuzsundur. Çünkü insan bildikleriyle mutlu olmaz. Bilgelik öğrenilmez. Bizim çalışmamız da öğrenme yolu değildir zaten.
“Yüksek gerçeği, varlığındaki mutluluğu yakalayıp da yaşıyor olanı senin karşına çıkartan da Allah’tır. Kendisi gökten inip de sana fısıldamaz, karşına birini çıkarır. Bu daima hep böyle olmuştur”
Bilgelik öğrenilmiyor ise nasıl bilge olunur?
Öğrenmek zihinsel olarak bilmektir. İnsan öğrenir, büyür ve meslek sahibi olur. Öğrendikleriyle kendine de başkalarına da faydalı olur. Ama yıllar geçer kendi değişmez. Değişimden kastım bilinç seviyesidir, bilinç hep aynı seviyededir. Bilgelik öğretmen öğrenci ilişkisi değildir, tarih içerisinde buna “murşid-murid” denir. Çünkü öğretmen sadece zihinsel bilgiyi öğretir ve senin öğretmenden öğrenmen şart değildir, kitaptan da öğrenirsin açıköğretimden de öğrenirsin. Biri lazım değildir karşında. Fakat bilgelik yolunda bir mürşid şarttır. Çünkü bu öğrenmek değildir, bilgelik öğrenmek olsaydı zaten öğrenirdin. İşin sırrı bu kişinin sebepsiz mutluluğu içselliğinde yakalamış ve yaşıyor olmasıdır. Ben şimdi burada mutluluktan uçuyor olsam bunu sana sözle nasıl anlatırım? Bunun aktarımı mümkün değildir. Kendi varlığına dalmanın nasıl bir şey olduğunu ancak hisseder ve yaşarsın. Bu akıl işi değil, deneyimsel bir şeydir. Dolayısıyla karşında bu yolda yürümüş, kendi yakalamış birinin senin elinden tutuyor olması gerekir. Bu sebeple murşid-mürit veya usta-çırak yolu denir bu yola. Çünkü bu yapmak değildir, OL’maktır. Yüksek gerçeği, varlığındaki mutluluğu yakalayıp da yaşıyor olanı senin karşına çıkartan da Allah’tır. Kendisi gökten inip de sana fısıldamaz, karşına birini çıkarır. Bu daima hep böyle olmuştur. Yakalamış ve yaşıyor olandan bile aktarımı oldukça zordur. Zihinsel bilgiyle ve kitaplarla olması mümkün değildir.
Muridlik deyince tarikat kavramı geliyor doğal olarak akıllara ve bizi tedirgin de ediyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Birine koşulsuz inanmak bazen tehlikeli de olabiliyor.
Halkımız bu konuda bilinçsiz. Biz realitesi yükselmiş ve yaşamın anlamını sorgulayan insan için konuşuyoruz. Tarik yol demektir, bilgelik yoluna açılan kapıdır. Tarihte bilgelik okulları olarak bilinen tarikatlar vardır. Mevlana, Abdülkadir Geylani, Hacı Bektaş gibi doruk varlıkları sayabiliriz. Bizim bahsettiğimiz onların yolunda yürümektir. Fakat günümüzde tarikat kavramı çok kirletilmiş ve istismar edilmiştir. Henüz yaşamın anlamını sorgulama realitesine gelmemiş olan insanları istismar eden, yönlendiren, üzerinde hakimiyet kuran kişiler çıkmıştır ortaya. Bu sebeple muridlik-mürşitlik kavramını doğru anlamak lazımdır. Kime gidip de teslim olacağız? O mürşidin sana ifade ettiği gerçek, bir anda senin içinde yankı uyandırıyorsa, sana birden bire bir genişleme ve özgürlük hissi getiriyorsa o senin mürşidin sayılabilir. Ne zamana kadar? Söylediği, öğrettiği, yaptığı gönlüne uymuyorsa o artık senin mürşidin değildir. Bu işin kıstası aklına değil, gönlüne yatmasıdır. Herkesin realitesine göre mürşidi olabilir.
Öğrenmekle de olmuyor diyorsunuz aktarım nasıl oluyor peki?
Aktardığım çalışma sadece bilgi ve öğrenme değil, anlam ve farkındalık aktarımıdır. Temel bilgi de var, fakat ondan sonrasında yaptığımız çalışmalarda ben belli bir farkındalığı bir metotla kendilerine izah ederken benim çok farkında olduğum ve yaşadığım bir hakikat onların iki kaşının arasındaki üçüncü göz denen sezgi merkezinden aktarılır. Sen zannedersin ki bu çalışmada kulağınla duyduklarınla anladın. Alakası yoktur, ertesi gün birine anlatmaya kalksan, anlatamazsın. Fakat gerçeğin enerjisi ile beraber hissetmiş ve fark etmişsindir. Bilmek başka bir şey, fark etmek başka bir şeydir. Söze sığmaz, bunu kitaplardan okusan olmaz. O hakikati hissederek fark edip, yavaş yavaş uyanıp, varlığındaki sebepsiz mutluluğu yaşamaya başlamak için birinin start vermesi gerekir.
“Yaşamda tesadüf yoktur, yaşam mutlak bilinçlidir; aratan da O’dur, nasip kılan da”
Mutluluğun, insanlık tarihi kadar eski bir eğitimi var diyorsunuz. Nasıl bilgiler ve uygulamalar var eğitimlerinizde?
İnsanlık tarihinde bu öğreti, gizli yol olarak bilinmiş ve sorgulama olgunluğuna gelmiş kişilere aktarılmıştır. Ancak arayana mutlaka nasip olan bir ilahi lütuftur. Çünkü yaşamda tesadüf yoktur, yaşam mutlak bilinçlidir, aratan da O’dur, nasip kılan da. Bu öğretiyi 1989’dan bu yana, 28 senedir veriyorum. Eskiden dört senede 70 başlık altında işliyordum, üç haftada bir yapıyordum çalışmaları ki arkadaşlar hazmetsin diye. Fakat malum 21 Aralık 2012’den sonra (Maya takviminin bitişi) enerjiler çok değişti. Üç haftada bir yaptığım çalışmaları insanlar anlamakta, yaşamakta zorluk çekerlerdi. Şimdi ise haftada bir yapıyoruz, çünkü fark etmek hissetmek çok hızlandı. Haftada bir yapılan ve toplamda sekiz ay süren bir çalışma. İlk 20’sine ‘Temel Bilgelik Eğitimi’ adını veriyoruz. Bu 20 dersi eksiksiz alan, sonraki 14 çalışmaya devam edebiliyor, bu kısma da ‘Sırlar Okulu’ diyoruz. Sırlar Okulu’nda bilgi bulunmuyor, tamamen çalışmanın enerjisiyle aktarılan fark edişler yer alıyor. Eğitimin asıl bilinç sıçratıcı ve dönüştürücü bölümü burası.
Bilgelik neden bir ihtiyaç haline geldi? Değişen nedir?
Şu anda yaklaşmakta olan yepyeni bir çağ var ve insanlar her gün biraz daha kendi bünyelerinde kaosa giriyorlar. Dünyada hiçbir dönemde bu kadar çok insan depresyona girmemişti. Çünkü zaman enerjisinin hızlanması bir ayda maruz kalacağımız ruhsal, psikolojik manipülasyonları üç gün içine sokmuş durumda. Depresyon derin mutsuzluk halidir, cinnete açık olmak demektir ve bunun tedavi edilmesi lazım. Gereken tüm bilgi birikimi insanlığa 25-30 yıldır global bir şekilde verildi ve artık bunun farkına varılıp yaşanması gerekiyor. 1980’lerde; 2000 yılından sonra bu çağa badirelerle gireceksiniz deniyordu. Bir doğum sancısı yaşanacak ve o çağın yaklaşımına doğru zaman enerjisi hızlanacak, bugünkü 24 saat o tarihe yaklaşıldığı zaman 12 saate inecek. Örneğin eskiden günler geçmek bilmezdi. Ben eskiden günde on iş hallediyordum ve bugün iki tane halledebiliyorsam iyi diyorum. Şimdi ben zaman enerjisinin hızlanmasını derslerde bilimsel olarak anlatıyorum. Dr. Bedri Ruhselman’ın 54 yıl sonra ortaya çıkan kitabı da bu sebeple 2012’den hemen sonra çıkmıştır. İnsanlığın bu yepyeni çağına yaklaştığımız için hazırlık gereği vardır. Bu da Bilgelik eğitimleriyle aktarmaya çalıştığımız, farkındalıkta bir hazırlanma sürecidir.
Yaşadığımız kaos artacak mı, daha kötü günler mi bekliyor bizi?
Bu kötülük değildir. Şöyle düşünün, doğum sancısı kötü bir şey midir? Nurtopu gibi bir çocuk doğacaktır sonunda. Dünya bir okuldur ve biz 70 bin senelik insanlık tarihinde ilk defa mezuniyet noktasına geldik. Her okul sonunda bir mezuniyet zamanı yaşar. Bu sebeple bizim kuşağımızdaki insanın hazırlığa ihtiyacı var. Önümüzdeki günlerin sıkıntılarına karşı hazırlıklı ve de dayanıklı olabilmek için bu gereklidir. Bu sıkıntılı dönemde insanın frekansının belli bir limitin altına düşmemesi lazım. Hazırlık ve güçlenmek bu sebeple gereklidir. Bilgelik, içindeki varlığın o sebepsiz mutluluğunu yaşıyor olman seni güçlü kılar. Frekansımız belli bir limitin altına düşerse hastalıklarla uğraşırız veya depresyona gireriz.
Geçiş dediğiniz nasıl bir şey? Biraz daha açıklayabilir misiniz?
Öyle zannedilen gibi bir başka boyuta geçmek değildir. Bütün geçiş senin içindeki farkındalık sıçramasıdır. İnsan neyi biliyor olursa olsun değişmez, fakat bilgelikte dönüşüm yaşar. Nasıl ki bir tırtıl belli bir olgunluğa erişince kendine koza örer ve içinden bir kelebek çıkar. Değişmiş, dönüşmüştür; buna metamorfoz denir. İnsan da bu dönüşümü bilgelik farkındalığı ile yaşar. Farkındalığında iki kademe sıçrama olur. Daha yüksek hakikati fark etmekten başka seni mutlu edecek hiçbir şey yoktur.
Yüksek bir varlığa kanallık edenler hakkında neler söylemek istersiniz? Bunların güvenilir olup olmadığını nasıl bilebiliriz?
Medyumluk yolu tehlikeli bir yoldur ve başka varlıklara kanallık ettiğini söyleyen bir çok obsesyonlu insan var. O parazitli bir bilgi yoludur. Dr. Bedri Ruhselman; en yüksek yüzdeyle mesaj alan medyum bile %70’lere varamaz der. Bazen geri bir varlık o kişinin bedenini kullanarak bu dünyayı yaşamaya çalışır, onu kandırmıştır onun vasıtasıyla etrafı da kandırmakta ve obsesyona sokmaktadır. Bunun ayrımı için sezgilere güvenmek gerekir, gönlünüze yatmıyorsa bırakacaksınız. Bu tür şeyler realitesi düşük olanları yakalayabilir. Ama varsın yakalasın çünkü onun kader planı da oradaki deneyimden alacağıdır. Bazıları duvara çarpmadan bulamaz gerçeği. Kader planında vazifeli olan kişi ise vazifesini mükemmel yürütür. İnsanlara hizmet için vazifeli olarak gelen varlıklar vardır. Bunlar bir kanaldan mesaj almazlar. Kendi yüksek bilincinden aktarırlar.
Spiritüel konuların son yıllarda giderek yaygınlaşmasını neye bağlıyorsunuz?
Şimdi bu konular bir sektör haline gelmiş durumda. Fakat teknik ya da bilgi aktarmakla hiçbir şey aktarmış olmazsınız. Bir insanı varlığında taşıdığı değerleri yaşama noktasına getirmek de bilgiyle olmaz. Önce senin bunu yaşıyor olman lazımdır. Ancak kendin yaşıyor olduğun şeyleri aktarabilirsin insanlara. 30 senedir insanlığa sunulmuş bir spritiüel dönem vardır. Bu geçişten önce insanlık hazırlanılmaya çalışılıyor. Binlerce spiritüel kitap çıktı bu sebeple. Özellikle ilahi plan tarafından böyle bir çağ yaşatılıyor. Muazzam spiritüel bir dönem yaşıyoruz ama gerçekten dönüşmüş az insan var.
Röportaj: Burcu Öztınaz Kömürlü
POZİTİF DERGİSİ’nde 2 ayrı röportaj olarak yayınlanmıştır (2017 & 2018)