Dr. Mehmet Kasım

Tek hasret özün Yaradan ile birlikte olma özlemidir

Yazdığı kitaplarla ve “Bilmen’in Ötesi” adı altında verdiği kadim bilgelik eğitimleriyle hakikat arayışında olanlara yıllardır rehberlik eden Dr. Mehmet Kasım; “tek gerçek hasret kişisel özümüzün Yaradan ile birlikte olma özlemidir” diyor ve bunu annesinin sütüne bir türlü ulaşamayan bebek ile annenin durumuna benzetiyor.

Yükünç Vakfı Başkanı, Bilmen Akademi’nin kurucusu, araştırmacı-yazar Dr. Mehmet Kasım, modern tıbbın insan doğasını anlamada ve hastalıkların iyileştirilmesinde yetersiz kaldığını çok uzun yıllar önce fark etmiş olan bir hekim. Eşi Dr. Ecz. Müge Kasım ile birlikte el ele verip bu konunun kaynağına inmeye karar verdiklerinde yol onları eski kadim bilgilere götürüyor. Çin Tıbbı, İbni Sina Tıbbı, Ayurveda ve metafizik konularında araştırmalar yaparken keşifleri Sufizm ile derinleşiyor. 2006 yılında Dr. Ziya İnayet Han’ın New York’taki ezoterik okulu olan Sufi Akademi’de uzun soluklu bir eğitime katılıyorlar. Türkiye’ye döndüklerinde kurdukları Yükünç Vakfı’nda eski Türk bilgeliğini ve Doğu tıbbını, modern tıp ile birleştirerek insanlığın şifası adına çalışmalara başlıyorlar. Bugün Bilmen Akademi ve Yükünç Vakfı olarak birliğe hizmet amacıyla, kendi özünü bulmak isteyen hakikat taliplilerine, “Kendini Bilme” öğretisi kapsamında birçok eğitim ve sağlıklı yaşam hizmetleri sunuyorlar. Dr. Mehmet Kasım’ın bilimi ilimle harmanlayarak verdiği eğitimlerinde ve yazdığı kitaplarda, “insanlığın ilk dili” dediği Bra-Türkçe kelimeleri kullanıyor. Öğretilerinin özünü oluşturan bu dilin, Türklerin kendilerine Türk demeden önce kullandıkları dil olduğunu söyleyen Dr. Mehmet Kasım, yeni  çıkan “Tur Bilinci ve Türlük” kitabında Türk olmanın ne demek olduğunu ayrıntılı bir şekilde açıkladığının da güzel haberini veriyor. Değerli hocamıza “Kendini Bilme Yolu” hakkında sorular yönelttik.

“Kadim Bilgelikte Temel Öğretiler” adlı kitabınızda genişçe yer verdiğiniz “Kendini Bilme” öğretisinde 4 Hakikat boyutundan bahsediyorsunuz. Bunlar nelerdir? Allah’ın bize kendini dış boyutta belli etmesi ne demek?

Yaradan’a inanıyorum demek yeterli değil. O, biz ile birlikte her an ve her yerde yaşıyor. Bizim de her an her yerde ve her durumda O’nunla birlikte yaşadığımızın bilincinde olmamız gerekir.

Allah ile birlikte yaşamak, Hz. İnayet Khan’ın 4 basamaklı ‘Kendini Bilme’ öğretisinin üçüncü basamağıdır. Bu basamağı canlandırmadan, kendimizi bilemeyiz. Tek gerçek hasret, kişisel özümüzün Yaradan ile birlikte olma özlemidir. Uyanmamış olan insanın özü, kişinin kazanılmış benliği, kişiliği ve kişisel zihni ile kuşatılmış, Yaradan ile arasına girmiştir. Bu aynen annesinin sütüne bir türlü ulaşamayan bebek ile annenin durumu gibidir.

“Olgun insan olmak Türk olmaktır, bu milliyetçilik üstünde evrensel insanlık anlayışıdır. Türk toplumu tüm yüksek bilinçli insanların bir araya gelmesidir.”

Öğretilerinizde “Bratürkçe” terimlerini kullanıyorsunuz. Bu anlamda farklı bir söyleminiz var. Bu konu başlı başına bir söyleşi konusu, ancak değinmeden geçmek istemiyorum. Bratürkçe için, “Türklerin kendilerine Türk demeden önce kullandıkları dil” demişsiniz. Biraz anlatır mısınız önemini? Nedir Bratürkçe? 

Bratürkçe insanlığın ilk dilidir. Sessizlikte, sessiz harfler ile konuşularak yaşamın iç boyutunda yani Hakikat dediğimiz manevî yaşam içinde başlamıştır. Sonradan yaşamın dış boyutunda (süzüg ve fizik yaşamda) sesli harfler çıkarak çok farklı anlamları bir araya getiren küçücük sözcükler oluşmuştur. Dünyanın konuşulan birçok dilleri içinde yaşamaktadır. ‘Bra’ İngilizce’deki ‘pre’ sözcüğü ile aynıdır. Bra-Türkçe dememizin nedeni de bu sözcüklerin en çok Türkçe içinde olmasındandır.

Türk sözcüğünün kökü ‘yüksek bilinç’ anlamına gelen ‘tur’ sözcüğüdür. Bu nedenle Kaşgarlı Mahmut Bey sözlüğü Dîvânu Lugâti’t-Türk’de Türk sözcüğüne farklı gibi görünen üç anlam yüklemiş:

•   Meyvenin en olgun olduğu an: ‘türk meyvesi’. Bu andan önce koparılır ise meyve tam olmamıştır, geç yenir ise çürümeye başlamıştır. Olgun insan olmak Türk olmaktır, bu milliyetçilik üstünde evrensel insanlık anlayışıdır.

•   Güneşin en dik olduğu an: ‘türk anı’. Bu anda ya hiç gölge yoktur ya da en küçük durumdadır. Anda yaşamak Türk olmaktır.

•   Millet adı

Kaşgarlı Mahmut Bey sözlüğünde millet adı olarak Türk dilinin ve milletinin en eski olduğunu söyler. Türk toplumu tüm yüksek bilinçli insanların bir araya gelmesidir. İnsanın yüksek bilinçli olması için uyanmış olması gerekir. Türk olan anne babadan doğmak yeterli olmayacağı gibi, her milletten de Türkler çıkabilir. Bu konuyu çok daha derin bir şekilde yeni kitabımız olan ‘Tur Bilinci ve Türlük’ içinde tüm ayrıntılarıyla açıkladık.

 “Er kişinin eren olması için, kişi kalbine girip öz benliğini duymasını öğrenmelidir. Kendinden vazgeçen ermiş olur ve erimine ulaşır” diyorsunuz. Aynı kökten (er) türeyen bu kelimelerin ışığından yola çıkarak erlikten ermişliğe olan yolculuk hakkında neler söylersiniz?

‘Er’ kadim Türkçemizde birçok anlama geliyor; buradaki anlamı ise ‘söz dinleyen’ demek. İnsanın eline armağan olarak verilmiş olan yüksek bilincin uyuyan kimseler tarafından yarı yolda bırakılmasının en büyük nedeni, bilincini ‘Tur’ bilincinden aşağıya indirmesindendir. Bu durum, kendi kazanılmış dış kişiliğinin Yaradan ile olan canlı ilişkisini koparmasıyla olur. Kişi yüksek bilinçten kopunca kendi dış kişiliğinin bilincinin etkisi altına girer. Bu durum kişiliğini kutsallıktan çıkarıp, bencilliğe götürür. O zaman böyle bir kimse topluma ayak uydurmak yerine kendi içindeki alçak bilincin etkisi altına girince bencil bir insan ve bencil bir toplum ortaya çıkar. Son birkaç bin senelik toplumsal, evrensel sıkıntılar da buradan kaynaklanmaktadır. Diğer taraftan, kişi kendi bencilliğinin sözünü değil de içindeki o evrensel birleştirici sesi duyup, onu dinlerse ‘er’ olur. O sesi duymazsa ‘sorunlu kişilik’ ortaya koyar. Yaşam ona bencil bir dünya gibi görünür. Yalnızlık içinde yaşar. Öbür taraftan, söz dinleyen er olmakta devam ederse eren olur. Eren kadim Türkçemizde ‘sözünde duran’ demektir. Ermiş de kendinin aslı olan ‘türk kişiliğine’ ermesi demektir. Burada dikkat edilecek nokta, kim erdim derse tekrar erlikten düşer, yüksek bilincinin sözünü dinlemez halde dolaşır da bunu fark etmez.

Kendini Bilme öğretisindeki ego ve öz benlik kavramlarından bahsedebilir misiniz? Nedir ego benlik ve öz benlik?

Bu anlaşılması zor olan konulardan biri. Benlik’ yani ego’dur; ego ‘Ben’ değildir. Onun için kadim Türkçemizde ben sözcüğünün aslı ‘men’dir. Tek bir nokta gibi, ‘Ben’ ve ‘Ban’ Bratürkçe olarak Yaradan’a aittir. Yalnızca O, “Ben” diyebilir. Kişi ‘ben ve ban’ dese de O Ben veya Ban değildir. Ona ait kutsal benlik gücüdür; bu güç yalnızca Tanrı gerçekleştirilir ise kutsal olur, yoksa bencilliğe dönüşür.

Bize verdiği, kendi benliğinden uzantıdır. Yani yaratılış ile Kutsal Nokta bir çizgi olur, iki nokta olmaz. “Günlük bilinen dış bilgiler, iki nokta arasında bir çizgi olur” der ki, bu çok doğrudur. Yaratılışın ilk başlangıcı, Yaradan’ın içinde olur. Aynen bir yazılımın ilk başlangıcının önce onu yazanın zihninde olması gibi. Yaratılışta Yaradan önce Kendi Kendini görür. Bu nedenle, benlik bize verilmiş bir çizgi gibidir. Çizginin iki ucunda da Yaradan bulunur. Biz de arada bize verdiği benlik ile varlık oluruz. Yaradan bu varlık ile birlikte dediğimizde, işte O içimizdeki Yaradan’ın Kendisidir. İki yaratan yoktur. Bu aynen aynaya baktığımızda gördüğümüz görüntü gibidir. Bratürkler, bunu Görünmeyen Güneş’in (Qara Kun’un), Ay’ın üzerine yansıyarak Kendini belli etmesine benzetmişler. Ay üzerinde gördüğümüz ne Ay’ın Kendisidir ne de Qara Kun’un kendisidir. Qara Kun’un ışınlarıdır. Yaradan yarattıklarına görünmez. Yalnızca Kendisine görünür. 

Peki bencillikten kurtulabilme yolculuğunda egoyu öldürülmeli miyiz, yoksa terbiye mi etmeliyiz? “Ölmeden önce ölmek” denilen kavramı nasıl anlamalıyız?

Amaç önce bencilliği (egoistliği) yok etmektir; ikinci ölüm dış boyuttaki benliğin (dış boyuttaki egonun) ölümüdür. Bu ölen benlik, kendine ben diyen benliktir; öz benlik ise iç boyuta aittir ve kendine ben demeyen benliktir. Eğer biz önce bencilliği (egoistliği) öldürmeye uğraşırsak, o zaman ‘armamızı’ yaşamaya başlarız, bu çabalama sonucunda da ‘öz kişiliğimiz’ yavaş yavaş ortaya çıkar. Benliğin ölmesi ikinci aşamada öz kişilik kuvvetlendikten sonra olur. Bencillik öldükçe, öz kişilik yazılımı da yaşam içinde ortaya çıkmış olur. Atalarımız, fizik ölümden önce üç kere süzüg ölümü yaşarsanız, Yaradan’ın yanına uçarak varırsınız, demişler. Bu üç ölümü yaşamadan fizik ölüm gerçekleşirse, o zaman, süzüg sahada bu üç ölümü yaşamanız gerekir. Bu üç ölümü süzüg sahada yaşamak çok daha zordur. Bunun için Peygamberimiz, “Ölmeden önce ölünüz” ve “Şimdi uyuyorsunuz, ölünce uyanacaksınız” demiş. Bu anlatımı kavramak için ölümleri sırayla yaşamak gerekir. Bunları kişisel mantığımız bencilliğin kuvvetli, öz kişiliğinde zayıf olması nedeni ile kişisel mantığımız ve zihnimiz anlamaz. Kalp zihni anlamaz, zihin de kalbi anlamaz. Bunların arasını ‘öz kişilik’ düzeltir. Bencillik ise bozar. Bu kadim bilgiler Freud’un görüşünün içinde yoktur. Batı’nın ego terimini, öz benlik ve dış benlik diye yeniden tanımlanması gerekmektedir.

Benlikleri anlatırken; “buyuran, denetleyen ve esinlenen benlik” kavramlarından da bahsediyorsunuz. Bunlar nedir?

Bunlar özün etrafında dönen kazanılmış benliklerin parçalarıdır; güneşin etrafındaki gezegenlere benzerler. Dengeli oldukları zaman öz benliği süzüg alanda temsil edip öz kişiliğin ortaya çıkmasına yardım ederler. Öz benliğin aslı, gerçek yaşamın içinde, Yaradan’ın karşısındadır. Bu benliklerin dengeleri bozulduğunda, yörüngesinden çıkan bir gezegen gibi, etraflarına zarar verirler.

Süzüg alan ne demek, biraz daha açabilir misiniz?

Kişisel yaşantı iç içe dört katman yaşam alanı üzerinde aynı anda olmaktadır. Bunu kadim Uygurlar ‘Tört Ulu Töş’ terimi ile açıklamışlar. Bu dört yaşam alanına günümüz Türkçesi ile ‘Gizem, Gerçek (Hakikat), Süzüg ve Fizik’ diye isimlendirebiliriz:

Gizem yaşam alanı: Yaradan’ın kendi özel alanıdır. Yüksek bilince bağlanan insana bu yaşam alanı açıktır.

Gerçek yaşam alanı: Yaradan’ın da içinde bulunduğu tek yaratılan yaşam alanıdır. Hakikat de denir. Tüm insanlık ve yaradılış, Yaradan’ın karşısında Tek Bir kişi gibi bir bütündür. Gizem ve Gerçek yaşam alanlarına birlikte ‘iç boyut’ da denir. Bu iki yaşam alanı bir paranın iki yüzü gibidir.

Süzüg yaşam alanı: Tek bir bütün olan Gerçek yaşam alanının 7 âlem olarak ‘dış boyuta’ yansımasıdır.

Süzüg sözcüğünü 5-10 bin sene önce Bratürkler çok kullanmış. Şimdilerde bu sözcük yerine, metafizik, süptil, latâif, ruhsal, spritüal, cennetler gibi terimler kullanıyoruz. Süzük kelimesi, çok anlamlı bir terim ve bunu tüm dünyaya öğretmemiz gerekiyor. Süzüg, devamlı akış halinde süzülen bir yaşam alanıdır. İç boyut tarafından kendisi hep süzüldüğü gibi, kendisi de fizik yaşam alanını hep süzer. Süzme ve süzülme yeteneği olduğu gibi aynı zamanda da kendisine yaklaşanları süsebilir. Bu yaşam alanı süslüdür, aldatabilir.

Fizik yaşam alanı: Bildiğimiz fizik dünya ve fizik evrendir.

Kendini Bilme öğretisinin 12 basamaktan oluştuğunu anlatıyorsunuz. Kısaca bahsedebilir misiniz bu basamaklardan?

Kendini bilme bir yolculuktur; yolculuk yaşanmadan tam olarak anlaşılmaz. Yola çıkmadan önce aslı ne bilinir ne de yaşanır. Bu yol, 12 basamaktır ve 4 ana aşaması vardır. Her bir aşama üç basamaktır. Basamağın Bratürkçesi ‘Bas-ám-aq’tır; “Her şeyi yerli yerinde tutan kutsal Sevgi akımı” anlamına gelir. Yolculuğa çıkmadan önce kişi yanına gerekli donanımı almalı, gözü arkada olmamalıdır. Yoksa yarı yolda kalır, kendini bilme yolunu da yaşayamadığı için, hiç anlayamaz. Seyredilen bir oyun değildir. Ortaya çıkıp oynayıp terleyerek, kişi yolculukta hem kendini bulur hem de yoluna devam eder. Bu nedenlerle, öğrenmek isteyenlere yolun dört aşamasından söz edilir. Dört aşama şunlardır:

1.  Yolculuk için kadim bilgelik içinde eğitim görmüş ve ustalaşmış bir kılavuz bulmak gerekir.

2.  Kılavuzun görevi, yola çıkmak isteyene ‘atasını’ bulmada yardım etmektir. ‘Ata’, yola çıkmak isteyenin fizik yaşama başlamadan (annesinin karnına düşmeden) önce, süzüg yaşam alanında bir ömür geçirdiği ermiş veya erenlerden en azından biridir.

3.  Yolcu atasını bulduktan sonra, kılavuz ona ‘Yaradan’ ile birlikte yaşadığını hissettirme çalışmaları verir.

4.  Yolcu sonunda öz kişiliğini ortaya çıkartarak kendi özünü bulur.

Yolculuğun sonunda, öz benlik öz kişilik olur. Süzüg ve fizik yaşantının amacı da budur. 

Öz benliğe ulaşmak için başka tavsiyeleriniz neler olur?

Kendini bilmeye yolculuğa çıkmadan önce yalancı arzularını yak, gerçek arzularını yap deriz. Arzunun doğru mu yanlış mı olduğuna doğru karar vermek için “Ben bilmem, Sen bilirsin” diyerek, Yaradan’dan yardım istenmesini öneririz.

Ruh ve benlik kavramlarının ne olduğunu zihnen kavramakta ve tanımlamakta hep zorlanırız. Ancak sizin kullandığınız çok güzel bir at arabası benzetmesi var. Okurlarımız için açıklayabilir misiniz?

Ruh 4 parçadır, insan 8 parçadır. 

Ruh: Öz, Öz tözü (Gizem içinde olan özün, kendini belli eden kısmı), Kalp ve Tin (Ruhun süzüg ve fiziğe uzanan kısmı)

İnsan 8 parçası olan bir at arabasına benzetilebilir:

Öz:                   Yolcu

Öz Tözü:           Kılavuz

Kalp:                Öz, öz tözü ve öz kişiliğin içinde oturduğu kısım

Sürücü:             Öz benlik ve kişilik, içerideki asıl sürücü; dış kişilik ve benlik, dışarıda yuları ele geçirmiş zorlu sürücü

Araba:              Fizik beden

Tin:                  Sürücünün elindeki yular (Tin aynı zamanda yular demektir.)

At 1:                 Kişisel Manas (kişisel zihin ve akıl)

At 2:                 Dolu Gönül

“Eğer zulm yapanı ‘Yaradan’ diye görüp, Yaradan’dan ne gelir ise güzel gelir, vardır bu zulüm gibi görünen şeyin içinde o zulümden daha kuvvetli bir güç dersek, o zaman çözüm hoşgörü içinde gelmeye başlar”

Bu kavramları anlamak ve bilgi sahibi olmak çok güzel ancak, yaşam içinde deneyimler aracılığıyla da öğrendiğimizden, iç yüzünü merak ettiğim bir konu var. Bu yolda ilerlemek için; kötüyü, çirkini görmemek, başkalarını yargılamamak tavsiye edilir. Fakat doğruyu yanlıştan ayırt etmek için yargıda bulunmak da gerekli değil midir? Örneğin bir kişi mağdur edildiğini, haksızlığa uğradığını düşünüyorsa ne yapmalı?  Bu noktada kendine zulm edildiğini fark etmez ise ne olur?

Kendine ‘zulm’ eden gibi görünen kadim bilgelikte ‘Yaradan’dır. Zulmü hiç fark etmez ise bir şey kaybetmeyiz. Sonunda uyanırız. Eğer zulm yapanı ‘Yaradan’ diye görüp, Yaradan’dan ne gelir ise güzel gelir, vardır bu zulüm gibi görünen şeyin içinde o zulümden daha kuvvetli bir güç dersek, o zaman çözüm hoşgörü içinde gelmeye başlar, ne yapıp edip yaşam içindeki zenginliklerimizi ve etrafımızdaki güzelliği görmeye çalışırsak yavaş yavaş uyanırız. Eğer Yaradan insafsız dersek, uykumuz derinleşir. Eğer başkası zulm yapıyor dersek, çilemizi artırırız.

Peki nedir buradaki sınır?

Hoşgörü içinde, güzeli görmeye ve Gerçek Tanrı’yı canlandırmaya uğraşmamız gerekir. Ondan sonra Yaradan’dan yardım dileriz. Biz gerçek kişiliğe bürünmeden, gerçeği yaşayamayız.

“Bağışlama tıpkı bağbozumu gibi kutsal bir işlemdir ve bu bağın üzüm gibi bir meyvesi vardır. Bu meyveyi toplamak için bağı bozarız. Bağışlama ancak böyle olur” diyorsunuz. Bağışlama kavramı da spiritüel alanda en çok yanlış anlaşılan konuların başında geliyor. Bağışlama nasıl olur?

Kadim bilgelikte bağışlama dört aşamadır:

1.  Kar gibi olup her kötülüğün üzerini örtüp, affedip, görmezden gelip, güzelliği yaymak: el-Gafur

2.  Eriyen karın suyunun toprağın derinliklerine dalması gibi, büyük küçük her şeyi affetmek: el-Gaffar

3.  Buharlaşan karın suyunun bulutlara karışması gibi Allah’a dönmek: el-Tevvab

4.  Yağmur olup tekrar dünyada kaldığımız yerden görevimize devam etmek, hataları, geçmişi tamamen unutmak: el-‘Afüvv.

“Düşmekten, hata yapmaktan korkmuyoruz. Önemli olan kalp gözümüzün açılmasıdır. İçimize dönüp, kalbimizin içindeki ile candan konuşmamız gerekli”

Bazen ego benliğin gelişmesi, öz benliğin gelişmesi gibi anlaşılıyor. Bu yolun tuzakları hakkında neler söylemek istersiniz?

Kendini bilme ve geliştirme yolu dar, kaygan, dikenli ve tuzaklar ile doludur; ayrıca gözümüz bağlanmıştır, görmeden yolculuk ederiz. Moraliniz bozulmasın. Gerekli olan yalancı ve gerçek arzuların Yaradan’a sığınarak ayırt edilmesi, hiç olmazsa bunun öneminin kavranıp bu yönde çalışılması, yalancı arzuların yakılması, gerçek arzuların yapılmasıdır. Düşmekten, hata yapmaktan korkmuyoruz. Önemli olan kalp gözümüzün açılmasıdır. İçimize dönüp, kalbimizin içindeki ile candan konuşmamız gerekli; gerisi kolay. Sabret, güzeli gör, haksızlıklara dayan, mücadeleyi bırakma. Yardım hep gelir. Şükret, karşılıksız vermesini öğren.

Bu yolda kaderin etkisi nedir? “Bir Allah’ın yazdığı kader var, bir de bizim kendi üstümüze aldıklarımız var” demişsiniz. Öyleyse neleri değiştirebilir, neleri değiştiremeyiz?

Armamızı değiştiremeyiz, öz kişiliğin yazılımını değiştiremeyiz. Allah’ın yazdıkları, bizler kendini bilme yolunda ilerledikçe bir bir açılır. Onlar açıldıkça, ‘öz kişiliğimiz’ ortaya çıkar. Sonunda, öz kişilik özümüzün giydiği bir hırka gibi olur. Kazanılmış kader de kendini bilme yolunda doğru bir biçimde yaşanarak, yalancı arzular yakılarak, gerçek arzular yapılarak açılır. En kolay yol ‘Kendini bilme’ yolundan sapmadan canla başla uğraşmaktır.

Kazanılmış Kader nedir?

Kader, karma-karışıktır. Karma ve kader sözcükleri aynı anlamdadır. Kadim bilgelikte öz kader ve kazanılmış kader vardır. Öz kader Allah’ın öz kişiliğimizi ortaya çıkartmamız için bize ‘iç boyutta’ armağan ‘Arma -Dharma’ olarak verdiği kutsal görevin yazılımıdır. Kazanılmış kader ise dış boyutta, yani süzüg yaşam alanı içinde üzerimize aldığımız görevlerdir. Bunlar aynen yüksek dağlar üzerindeki kar yığınlarına benzerler. Bu karların yaşam içinde eritilmesi gerekir.

Kendini Bilme yolunun basamaklarını anlatırken kılavuzun görevi yola çıkmak isteyene ‘atasını’ bulmada yardım etmektir demiştiniz.  Ata kimdir? Bunun öneminden bahseder misiniz?

Yaşam 4 katmandır: Gizem, Gerçek, Süzüg ve Fizik Evren. Ata, biz bu fizik dünyaya doğmadan önce, vefat etmiş eren veya ermiştir. Biz ata ile birlikte süzüg yaşam alanında bir ömür geçiriyoruz. Onun armasıyla bizim armamız (dharmamız) çok benzer. Bunun için çok iyi arkadaş oluyoruz.

“Arma, Allah’ın bize verdiği kutsal görevdir, biz bu kutsal görevi sahiplendikçe öz kişiliğimiz ortaya çıkar”

Atamızla nasıl bağ kurabiliriz peki?

Onunla bu dünyada iken armamızı en iyi şekilde yapmak için bağ kuruyoruz. Arma, Allah’ın bize verdiği kutsal görevdir, biz bu kutsal görevi sahiplendikçe öz kişiliğimiz ortaya çıkar. Armada günlük yaşantımızda üzerimize aldığımız her türlü görevi Yaradan’ın önündeymiş gibi yaparsak hiç kendini belli etmeden ortaya çıkar. Sanskritçe’deki dharma kelimesi gibidir. Ata bizim armamızı gerçekleştirmez. Biz onun bazı yarım bıraktığı işleri tamamlarız. Onun bize en büyük faydası, bizlere içimizde Yaradan ile birlikte yaşadığımızı hissettirmektir. Bu bağ yaşanarak kurulur. Kılavuz vakti gelince yolcunun elinden tutarak öğretir. Atayı bulmak, eski bir dost ile tekrar iletişimde bulunmaktır. Bu fizik dünyadaki konuşma gibi değildir, hayal de değildir, kişisel zihinsel bağlantı da değildir. Ata ile iletişimde ilerledikçe, Allah’ı da gerçekleştirmeye başlarız. Konu biz kendimiz gerçeklik içinde yaşadıkça açılır.

Nefes, zikir ve meditasyonun “Kendini Bilme” çalışmaları içindeki yeri nedir? Nasıl bir bilinç ve disiplin içinde uygulanmalı?

Bilincimizi Yaradan’a bağlı tutmalı, O’nu gerçekleştirmeli ve her tür zorluğa, sıkıntıya göğüs germesini bilip, tuşyalara (bizi tuşa getirip yenmek isteyen, fizik gözle görülmeyen süzüg varlıklar) kanmamalıdır. Nefesin fizik, süzüg (metafizik) ve özü olmak üzere 3 kısmı vardır. Özü yaratılmamış olup, yaratılış ile Yaradan arasında bir köprüdür. Yaratılış O’nun sesiyle ortaya çıkmıştır. Gerçekte nefes almayız, aldırılırız. İşte bu soluktur, Rahmân’ın nefesidir; Brannadır. Geçmiş ve gelecek yaşantımızı taşır. Özümüzü, kalbimizi ve süzüg bedenimizi içinde tutar. Bilmemiz gereken, içimizde yapmamız gereken ve yaptığımız her şeyi kapsayan bir yazılımımız vardır. Kutsal kitaplar buna ulaşmaya yardım eder. Nefesi birkaç kelime ile tanımlamak çok zordur. Nefes, bedenin her zerresini bir arada tutan güçtür. Hz. İnayet Han der ki: ‘Bir Sufi için nefes, kendisi ile Tanrı arasında bir köprüdür; cennetlerden yeryüzüne uzanan bir iptir”. Sufi bu ip yardımıyla yukarı tırmanır. Kur’an dilinde, Peygamberimize göklere yolculuğu için gönderilen bir at olan Burak’tır. İnsanın öz benliği, gerçek olan, varlığını bilen, kendisinin bilincinde olan parçasıdır. O benlik, bedenin aracı olarak, nefesi doğru aldığında, o zaman tüm varlıkların kaynağına ve hedefine doğru yükselir.

POZİTİF DERGİSİ 2021/02 TARİHLİ 39. SAYIDA YAYINLANMIŞTIR.

Röportaj : Burcu Öztınaz Kömürlü