Her şey benim için oluyor
BANA DEĞİL !
Değiştirebileceğimiz tek şeyin kendimiz ve düşüncelerimiz olduğunu yüzlerce kez tecrübe ettiğimiz halde aynı kuyuya düşüyor, tekrar ve tekrar başkalarının değişmesi gerektiğine inanıyoruz. The Work metodu, bu girdaptan çıkmak için bize bir el uzatıyor.
Yaşam zihnimizdeki düşünceleri oynatan bir sinema perdesi ise, filmin senaryosunu değiştirmenin yolu inançlarımızı sorgulayıp dönüştürmekten geçiyor. Düşüncelerinizi sorgulamaya gönüllü olmak değişimin ilk adımı… “Acı veren tek an olanla tartışan bir düşünceye inandığımız zamandır. Bize acı veren düşüncelerimiz değil, sorgulama yapmaksızın onlara olan bağlılığımızdır” diyor Byron Katie. “Her şey benim için olur, bana değil” cümlesi The Work’ün en temel mottosu.
Çalışmayı yaptıkça dışınızdaki her şeyin düşüncelerinizin bir yansıması olduğunu fark ediyorsunuz. Olan her şeyin aslında BEN’İM için olduğunu anlayabilme noktasına ve inancına geldiğimiz zaman kurban bilincinden çıkabiliyoruz ancak. Dışımızda cereyan eder görünen deneyimi değiştirmenin yolu zihni eğitmek ve düşüncelerimizi sorgulayıp dönüştürmek. “The Work” de bu amaçla geliştirilmiş ve şu anda dünyada yaygın olarak kullanılan bir metod. Byron Katie’nin kendi geliştirdiği bu metodu anlattığı “Olanı Sevmek” adında bir kitabı da var. Profesyonel bir Kolaylaştırıcı ile birlikte bu yöntemi uygulamak çarpıcı zihinsel dönüşümler sağlayabiliyor. Kör noktalarımızı görmekteki yetersizliğimizden ötürü aynı farkındalığı sağlamasa da, kendi başınıza uygulamanız mümkün.
Bu yöntemin detaylarını öğrenmek için Byron Katie’nin The Work Enstitüsü’nden eğitim alan Feza Karakaş’a sorularımızı yönelttik. Amerika’da yaşayan Karakaş, Türkiye’nin ilk Sertifikalı The Work Kolaylaştırıcısı. Metodun Türkiye’de de yaygınlaşmasını amaçlıyor ve yeni kolaylaştırıcılar yetiştirmek üzere online eğitimler veriyor. Feza Karakaş, Olanı Sevme’nin nasıl mümkün olduğunu ve Çalışma’yı nasıl uygulayabileceğimizi anlattı…
Tüm üzüntü ve acıların sebebi düşüncelerimiz. Düşüncelerimize inanmamak nasıl mümkün?
Düşüncelere inanmamak ve olumsuz etkilerini deneyimlememek, öncelikle farkındalık ile başlar. Düşüncelerimiz var ama biz düşüncelerimiz değiliz. İki kulağımızın arasında geçen ve çoğu zaman bize olumsuz hikayeler anlatan bir diyalog vardır. Bu ses içimizden geldiği için kendi sesimiz olduğunu sanırız. Halbuki değildir. Zihin geçmişten kayıt yapılan sesi oynatan bir teyp gibidir. Devamlı konuşur, açıklar, eleştirir, kusur bulur, yargılar, karşılaştırır, karar verir, etiketler. Zihnin her dediğine inandığımız zaman, rüzgarda savrulan bir yaprağa döneriz. Düşünce ne diyorsa her dediğine otomatikman inanıp, o düşüncenin verdiği duyguları yaşar ve o hikâyeyi oynarız. Düşünce, başkaları, kendimiz ve hakikat için olumsuz şeyler söylüyor ise, o düşüncelerin yan etkilerini deneyimleriz. Hayatımız hem iç savaşa hem de dış dünyamız ile yarattığımız savaşa dönüşür. Kısacası, bu kısır döngüden çıkmanın birinci basamağı, düşünce olmadığımızı ama düşüncelere sahip olduğumuzu bilmek, ikincisi düşünce geldiğinin farkına varmak ve gelen düşünceyi yakalayıp sorgulayarak bu bilgiyi bilgeliğe dönüştürmek.
Düşüncelerimize inanmadığımız zaman onların yaşamımızda etkisi yoktur. İnanıp hikâye haline getirdiğimizde etkisini deneyimleriz.
“Olan Olandır. Acı çektiğimiz tek an, olanla tartışan bir düşünceye inandığımız zamandır” diyor Byron Katie Olanı Sevmek adlı kitabında. Olanı sevmek mi, yoksa kabul etmek mi gerekiyor?
“Değiştirebileceğiniz şeyleri değiştirin” der Byron Katie. Değiştiremeyeceğimiz şeyleri değiştirmeye kalkmak ve onlar ile kavgaya girmek savaşı doğuruyor. Olanı kabul etmediğiniz zaman olan ile tartışmaya giriyorsunuz. Hakikatin olduğu gibi değil de sizin istediğiniz şekilde olmasını istiyorsunuz. Olanı sevmek zorunda değilsiniz. Kabul edip etmemek ise sizin elinizde. Olan sizin fikrinizi sormaz, sadece olur. Olanı kabul etmeyip, tartıştığınız ve hakikatten farklı bir şey olmasını istediğiniz zaman acı çeker, mutsuz olursunuz. Ben aynen Byron Katie’nin de dediği gibi evrenin dost olduğuna ve olan her şeyin bana karşı değil, benim için olduğuna inanıyorum ve bunu deneyimliyorum. Her şey benim için oluyor, dışarıda yanlış bir şey yok, hata yok, her şey olması gerektiği gibi. İhtiyacım olan her şey bana o anda veriliyor ne eksik ne fazla, tam olması gereken zamanda. Olanı iyi, kötü diye yargılamadan olduğu gibi kucaklıyor ve hoş geldin diyorum. Olanın veya diğer adı ile gerçeğin içinde getirdiği hediyeyi arıyor ve buluyorum. Karanlık zannettiğim her şeyin içinde bir inci buluyorum.

Peki bize Byron Katie’nin hikayesinden kısaca bahseder misiniz? Nasıl ortaya çıkmış bu çalışma?
Byron Katie Kaliforniya’da yaşayan ve 30 yaşlarının başında çok ciddi bir depresyona giren yaşamının 10 seneden fazlasını derin acılar içinde geçiren bir kadındı. Hatta depresyonunun son iki senesini yataktan bile çıkamayacak şekilde derin bir şekilde yaşıyordu. Bir sabah yattığı bir klinikte uyandığında ani bir farkındalık yaşadı ve depresyonunun dış dünyadan değil, kendi düşüncelerine inanması sonucu, kendisi tarafından yaratıldığını farkına vardı. Katie düşüncelerine inandığı zaman acı çektiğini, düşüncelerine inanmadığı zaman ise acı çekmediğini gördü̈. Dünyayı ümitsizce bizim düşüncelerimize göre olması gereken duruma uydurmaya çalışmak yerine, bu düşünceleri sorgulayabileceğimizi ve gerçeği tam olduğu şekli ile kabul ederek hayal edemeyeceğimiz bir özgürlüğe ve neşeye kavuşabileceğimizi gördü̈.
The Work’un temeli neye dayanıyor? Nasıl sorguluyoruz düşüncelerimizi?
Burada amacımız bir düşünceye inanmanın yarattığı olumsuz duygusal ve fiziksel etkilerin farkına varıp, sorgulayıp, bu düşünceye inandığımız zaman ile inanmadığımız zaman arasındaki farkı deneyimleyip, kendi gerçeğimizi bulmak. The Work; kişiye, bir düşünceye inandığı zaman, kim oluyor, nasıl davranıyor, neler hissediyor ile düşünceye doğruluk testi verip, sorgulayıp, inanmadığı zaman kim oluyor arasındaki farkı gösteriyor. Temel mantığı kurban rolünü bırakıp acı ve ıstıraba neden olan düşüncelerimizi farkına varıp, yakalamak ve yakaladığımız bu olumsuz düşünceleri sorgulamaktır. Prensipleri gerçeği bulmak üzerine dayanır. Farkına varmak, yakalamak ve sorgulamak gibi 3 temel prensibi vardır. Başkalarına attığımız yargılar ve kendimiz hakkında inandığımız hikayelerimiz ile tanışırız. Onlara verdiğimiz tavsiyelerin kendimizin ihtiyacı olduğunu anlarız. The Work kendi bulmacamızı çözmemiz, “özümüze” ulaşabilmemiz için kullanabileceğimiz bir araçtır. “The Work” dört soru ve düşünceyi tersine çevirmelerden oluşur. O anda inandığımız düşünceye dört soruyu sorarak sorgularız.
Yaşamınızı Değiştirebilecek 4 Mucizevi Soru
- Bu doğru mu?
- Bu düşüncenizin doğru olduğundan kesinlikle emin olabilir misiniz?
- Bu düşünceye inandığınız zaman kim oluyorsunuz? Nasıl davranıyorsunuz? Neler hissediyorsunuz?
- Bu düşünceye inanmasaydınız kim olur, nasıl davranır ve neler hissederdiniz?
Tersine Çevirmeler :
- Kendimize
- Diğerine
- Tam tersine
“Komşunu Yargıla Formu” :
Komşunu yargıla formunu doldurmak için, sürekli olan veya bir sefere bile mahsus olan stresli bir durum bulunur. Örnek olarak “eşim Ali’ye dün akşam evde salonda otururken gelecek ile planların nedir diye sordum. Ali televizyondaki yarışma programına yöneldi ve soruma cevap vermedi” gibi. Bu durum göz önüne alınarak Komşunu Yargıla Çalışma Formunda yer alan altı adet soruya cevap verilir. Bu sorular aşağıdaki gibidir.
1. Bu durumda, sizi kim kızdırıyor, kafanızı karıştırıyor ve hayal kırıklığına uğratıyor, üzüyor ve neden?
2. Bu durumda nasıl değişmelerini istersiniz? Ne yapmalarını istersiniz?
3. Bu durumda, onlara ne önerirdiniz?
4. Bu durumda sizin mutlu olmanız için, ne düşünmelerini, söylemelerini, hissetmelerine veya yapmalarına ihtiyacınız var?
5. Bu durumda onun hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir liste yapın. Yargılayıcı ve basit olmayı unutmayın.
6. Bu durumla ilgili olarak bir daha asla deneyimlemek istemediğiniz nedir?
Birinci soruda durum göz önüne alınarak, yargıladığımız kişinin bizde yarattığı duyguları ifade ederiz. Örneğin; ben Ali’ye kızıyorum (kırgınım veya başka negatif duygular) çünkü o beni dinlemiyor ya da saymıyor gibi.
İkinci soruda yargıladığımız kişinin nasıl değişmesini istediğimizi ifade ederiz. Burada sanki küçük bir çocuk gibi o kişiden bizim deneyimimize göre onun yapmadığını düşündüklerimizi talep ederiz. Örneğin “Ali’nin bana değer vermesini, beni saymasını istiyorum” gibi.
Üçüncü soruda yargıladığımız kişiye bizi kızdıran durum ile ilgili, önerilerimizi, tavsiyelerimizi yazarız. Örneğin, Ali bana daha karşı daha dikkatli olmalı, beni ihmal etmemeli, benim ona ne kadar değer verdiğimi bilmeli” gibi.
Dördüncü soruda yargıladığımız kişiden bizi kızdıran durum ile ilgili, bizim mutlu olmamız için, ne düşünmelerine, söylemelerine, hissetmelerine veya yapmalarıyla olan ihtiyaçlarımızı belirtiriz. Örneğin, Ali’nin bana ilgi göstermesine, beni işitmesine, bana daha saygılı olmasına ihtiyacım var gibi.
Beşinci soruda yargıladığımız kişi hakkında düşüncelerimizi, yargılarımızı liste halinde ifade ederiz. Burada önemli olan, bizim sansürsüz bir şekilde yargılayıcı olmamızdır. Örneğin, Ali bencil, dikkatsiz, ne yaptığını bilmez, saygısız, vurdum duymaz gibi.
Altıncı soruda bu durumda ilgili olarak bir daha asla deneyimlemek istemediklerimizi ifade ederiz. Örneğin “Ben konuşurken Ali’nin yüzünü televizyon ekranına yöneltmesini bir daha asla deneyimlemek istemiyorum” gibi.
Formu doldurduktan sonra mucizevi 4 soruyu kullanarak her soruyu inceleriz. Sonra her düşünceyi tersine çeviririz.
Tersine çevirme örneğini ele alabilir miyiz şimdi? Nasıl tersine çevirme yapıyoruz?
Örneğin ““Ben Ali’ye kızıyorum çünkü Ali beni dinlemiyor” düşüncesinden “Ali beni dinlemiyor” kısmının çevirmelerini yaparsak; Öncelikle Ali’nin beni dinlemediğini düşündüğüm bir durum bulurum. Bu durumdan üç çevirmeyi de yaparım: Kendime, diğerine ve tam tersine.
- İlk çevirmeyi kendimize yapıyoruz. “Ben kendimi dinlemiyorum.” Ali’nin beni dinlemediğini düşündüğüm durumda ben kendimi dinlemiyorum. Bunun gerçek olup olmayacağı üzerinde düşünüp, doğru olup olmadığını bulurum. Eğer doğru ise üç örnek ile kendimi nerede dinlemediğimin doğruluğunu desteklerim.
- İkinci çevirmeyi diğerine yapıyoruz. “Ben Ali’yi dinlemiyorum.” Ali’nin beni dinlemediğini düşündüğüm durumda ben onu dinlemiyorum. Acaba bu da doğru olabilir mi diye sorgularım ve eğer doğru olduğunu bulursam bunun doğruluğunu üç örnek vererek desteklerim.
- Tam tersine çevirme ise “Ali beni dinliyor” şeklinde yapılır ve üç örnek bularak bunun doğruluğu desteklenir.
- Bir diğer sorgulamada ilk orijinal cümle üzerine yapılır. Ali beni dinlemiyor.” düşüncesinin doğru olup olmadığına bir kere daha bakılır. Doğru olabilme olasılığı da vardır. Eğer yanıt doğru ise, o zaman Ali’nin dinlememesinin The Work yapan kişi için, Ali için ve tüm evren için neden iyi olduğuna dair 3 örnek bulunur. Eğer gerçekte olan Ali’nin o kişiy dinlemediği ise, bu herkesin hayrına olan bir şeydir ve örnekler vererek desteklenir.
Çalışma formunun ismi neden “Komşunu Yargıla”?
Komşunu Yargıla Formundaki “Komşunu” kelimesi diğer kişi, sizin dışınızdaki bir başkasının yargılanması amaçlı kullanılıyor. Kendiniz ile ilgili göremediğiniz karanlık noktaları başkalarını yargılayarak görebilme olanağı sunuyor. Başkalarında yargıladığınız, onun size yaptığını düşündüğünüz şeyleri aslında sizin kendinize ve o kişiye yaptığınızı göstermek üzere tasarlanmış inanılmaz güçlü ve mucizeler yaratan, gerçeğe uyanmamıza neden olabilecek muhteşem bir form.
Tersine çevirmenin bize göstermeye çalıştığı aslında tüm deneyimlerin kendi düşüncemizin ürünü olduğu, öyle değil mi?
Tersine çevirmelerin amacı, inandığımız düşünce ve inancın dışında, o durumda başka doğruların olup olamayacağını anlayabilmek için bir tür zihin yogası yaparak, kendimiz için en doğru olanı bulmaktır. Zihin inandığı düşüncenin dışında başka gerçekler olup olmadığını sorguluyor ve bir çeşit meditasyon yaparak başka doğrulara da pencere açıyor. Olana veya olduğunu zannettiğine verdiği mana ve yüklediği anlama değişik perspektiflerde bakarak, doğruluk testi veriyor. Tersine çevirmeler ile körü körüne inandığı doğrularına başka olasılıklar ve başka bakış açıları ile bakabiliyor. Zihin sertlikten çıkıp, esneme yapıyor.
Kendi başımıza yapabilir miyiz Çalışmayı?
Nasıl yapıldığını öğrendikten sonra kendi kendinize dört soruyu sorup, tersine çevirmeleri yapabilirsiniz. The Work yaparken kimseye bağlı kalmanıza gerek yok. Nerede olursanız olun, her zaman, her yerde ve her durumda yapılır.
Zihindekileri kâğıda aktarmak mı gerekiyor?
Evet zihni kâğıda aktarmak gerekir. Tüm olumsuz düşünceler kâğıda aittir. Onları yakalayıp, kâğıda yazmamız ve netleştirmemiz, onları hapis etmemiz ve o hikayelerin kaçarak yaşamımızda kalmasını veya can almasını engeller. Bize acı veren düşünceler üzerinde The Work yapıp, sorgulayıp, doğru olup olmadıklarını anlamamıza sebep olur.
Örneğin “Ayşe’yi affetmem gerekiyor” da bir düşünce. Affetmem gerektiğine inanırsam acı çekerim. Bu durumda ne yapmalı? Affedemiyorsam…
Affetmek farkındalık ile başlar. Öncelikle affedemediğimiz şeyin gerçekten olup olmadığını sorgulamak ile başlar. Eğer oldu ise kişiyi affedememenin bizim üzerimizdeki etkisi nedir? Veya gerçekten affedilmeyecek bir şey mi yaptı? Tüm bu düşünceler kâğıda dökülüp, sorgulamaya alındıktan sonra gerçeğiniz bulunabilir, affetme sağlanabilir veya sağlanmaz. Affetme sağlanmadı ise “affedememek” ile barış yapılır. Olan ne ise olması gereken, o anda bizim ihtiyacımız olandır. Affetmeye ihtiyacımız var ise affeder, affetmeye ihtiyacımız yok ise affetmeyiz. “Affetmem lazım” düşünce ve beklentisi de stres yaratabilir. “Affetmem lazım” da bir hikayedir ve sorgulanır. Kimse vaktinden önce doğamayacağı gibi vaktinden önce affetmeyi de başaramaz. Vakti geldi ise affeder.
Affedemediğimiz veya kabullenemediğimiz şey kendimiz ile ilgili de olabilir. Deneyimime sebep olan düşüncemi farkettiğim ve bunun tamamen benden kaynaklandığını da kabul ettiğim halde değiştiremiyorsam tepkimi ve deneyimi…
Değişmiyorsa değişmemesi gerekiyor. Orada önemli olan bir şeyi değiştirmek değil, değişmiyor ise değişmemesi gerektiği ya da bizim değişmesine henüz ihtiyacımız olmadığını kabul etme olayı var. Suç diye bir şey yok. Suç bir hikâye. Kimse suçlu değil, suçsuz da değil. Suç ve suçsuzluk birer kavramdır. Hakikatte bunlar yoktur. Parmağınız ile suç ve suçsuzu bana gösterebilir misiniz? Soyuttur bunlar. Ama kalem, kitap gösterebilirsiniz. Somuttur bu kavramlar. O andaki düşüncelere inanarak yapılan veya yapılmayan var. “Hepsi benim suçum” Bu doğru mu? Bunun doğru olduğundan emin olabilir miyim? Hepsi benim suçum düşüncesine inanınca kim oluyorum? İnanmasaydım kim olurdum? Tepkim değişmeli? Değişti mi? Hayır. O zaman değişmemesi gerekiyordu. Nereden biliyoruz, çünkü değişmedi. “Tepkim değişmeli!” Bu doğru mu? Akışa bırakmak kendini ve sevmek, olan ile “Bir” ve “Aşk” olmak. Ne olursa olsun koşulsuz aşk olmak”. İşte bütün mesela bu. Kendini tamir etmek, daha iyi bir versiyonunu yaratmak, daha mutlu ve başarılı olmak falan filan değil. Özün olmak, kendin olmak, koşulsuz sevgi olmak… İşte bütün oyun bu, benim deneyimime göre.
Olanı kabul etmek mücadeleyi bırakmak, pasifize olmak anlamına geliyor biraz da. Bu noktada olayın neresinde durmalıyız? Nerede kabullenmeli nerede harekete geçmeliyiz?
Olanı kabullenip, olan ile dost olmak, mücadeleyi bırakmak, pasifize olmak ve bitkiye dönüşmek değildir. Tam tersine, sevgi aktiftir ve ne yapacağını çok iyi bilir. Gerisi zaten kendi kendine olur. Ben sadece kendi işimde harekette olabilirim. Başkalarının ve Evrenin işinde benim işim “kabul etmek”. Değiştirebileceğim her şeyde hareketteyim. Değiştiremeyeceğim her şeyde ise kabulde.
“Üç çeşit iş var” der Byron Katie. Yaşamımız da mucize yaratan ve özgürlüğümüzün anahtarı 3 çeşit iş: Benim işim, Onun işi ve Evrenin, ya da Tanrı’nın işi. Benim kilom, ne yediğim, ne dediğim, ne okuduğum, kiminle olduğum veya olmadığım, mutluluğum, mutsuzluğum, benim işimdir. Onun kilosu, ne yediği, ne dediği, nasıl yaşadığı, ne iş yaptığı veya yapmadığı, hastalığı, acısı, mutsuzluğu vs. onun işi. Doğal afetler, ne zaman öleceğim, yaş almam Tanrı’nın veya inancınıza göre Evrenin işi. Eğer ben sizin veya evrenin işine girersem, kendi işimden uzaklaşıyorum ve kendi işimi, ofisimi veya evimi boş bırakıyor oluyorum. Ben bir başkasının veya evrenin işi ile uğraşırken (onları değiştirmeye kalkmak, istenmeden yardım etmek, istenmeden tavsiye vermek, zihin olarak onlar ile uğraşmak, hata bulmak, tamir etmeye çalışmak gibi) benim işim, evim boş kaldığı için orada kimse olmuyor. Ben kendi işimi ihmal etmiş oluyorum. Her gün başkasının evi ile veya evrenin işi ile meşgul olduğumda kendi işime, evime bakmıyorum. Buzdolabım boş, evim kirli, bacam tütmüyor. Çünkü ben orada yokum. Oysa ben kendi işime yani yuvama döndüğümde hem kendime ve tüm evrene faydalı olabiliyorum.
Siz nerede aldınız bu eğitimi? Nasıl çalışıyorsunuz?
2002 yılında “Olanı Sevmek” kitabını okuyup, 2004 yılında Byron Katie’nin Amsterdam’daki seminerine katılarak başlayan yolculuğum, 2005 yılında Los Angeles’ta The Work Okulu’nu bitirmem ve 2011 yılında The Work Enstitüsü’nden sertifika alarak Türkiye’nin ilk Sertifikalı The Work Kolaylaştırıcısı olmam ile devam etti. 2017 yılında The Work Eğitim Seminerler Okulu’nu kurduk. The Work’u Türkiye’de yaymak, kolaylaştırıcılar yetiştirmek ve bu konuda uzmanlaşmalarını sağlamak için internet üzerinden online eğitimler veriyoruz. Amerika’da ve Avrupa’da psikologlar arasında kullanılan en yaygın ve etkili yöntemlerden biri. The Work Enstitüsünden derece almış pek çok tanıdığım psikolog var. Maalesef Türkiye’de henüz psikologlar arasında yeterince yaygın değil. Çalışma’nın Türkiye’de de kullanılması ve yayılmasını amaçlayan bir eğitim programı hazırladık ve Eylül ayında uygulamaya başlıyoruz.
POZİTİF DERGİSİ TARİHLİ … SAYIDA YAYINLANMIŞTIR
Röportaj : Burcu Öztınaz Kömürlü