Erhan Kolbaşı

Büyük dönüşüm yaklaşıyor mu?

İnsanlık küresel olarak zorlu değişim ve dönüşüm süreçlerinin ortasında. Çoğu zaman yapay gündemlerle meşgul olup, meşgul edilsek de Anadolu’nun içinden gelmekte olan bir “kozmik devrim”in ayak sesleri de var. Hissediyoruz…

            Binlerce yıldır yeryüzüne inen bilgilerin ve bilgeliğin işlev kazanması için zaruri bir bilinç değişimin eşiğine gelmiş durumdayız. Belki de bazı ruhsal bilgiler artık doyuma uğradı ve gelmekte olan tesirler yeni yüksek bilgilerin açığa çıkışını zorlamak için.

            Ruhsal bir varlık olan insanın evrendeki misyonunun netleşmesi adına; bu konuda yıllardır verdiği emeklerle ve özverili çalışmaları ile tanınan, benim de bilgi ve tecrübesine güvendiğim bir isim olan araştırmacı-yazar Erhan Kolbaşı’na sorularımı yönelttim. Eski bir diplomat olan Erhan Kolbaşı, Ergün Arıkdal Ruhsal Araştırmalar Enstitüsü bünyesinde çalışmalarını sürdürüyor ve dünya dışı uygarlıklarla temas hakkında da yıllardır araştırmalar yürütüyor. Bu konuda çok önemli bilgileri sunduğu, dünya dışı temas hakkında araştırma verilerini de içeren kitapları var.

            Söyleşimizde, dünya tekamül okulunda şu anda içinde bulunduğumuz durum ile ilgili, okuyuculara genel bir özet tabloyu resmettirmeye çalışırken kendisinin ”Sadıklar Planı Tebliğleri ve “İlahi Nizam ve Kainat” (Bedri Ruhselman) kitabı ışığında aktardığı çok değerli bilgileri okuyacaksınız.

Öncelikle ruhun dünyada bulunma amacı olan tekâmül kavramından başlayalım mı? Tekâmül nedir?

Tekâmül, ruhçuluk açısından olgunlaşma, kemale erme, gelişme ya da ilerleme anlamına gelir. Tekâmül esasen maddeyle temas kuran ruh varlığı bakımından söz konusu olan bir kavramdır ve asıl kast edilen, ruh varlığının şuurlanmasıdır. Ruhun en büyük amacı tekâmül etmek ve genel tekâmüle de hizmet etmektir. Ruh varlığı, görgü ve tecrübe kazanmak için maddi evrene bağlanır, İlahi İrade Yasaları’nın çizdiği sınırlar içinde, maddenin bilgisini kazanarak, şuur sahasını genişletir ve “tesir alma-tesir verme” gücünü arttırır. Bu, sonsuz bir süreçtir. Var­lığın ulaşacağı her tekâmül aşaması rölatiftir. Yani asla bir “son nokta” yoktur.

Dünya bir tekamül okulu dersek, bu okulun öğretim metotları ve tekâmül materyalleri neler? Nasıl tekamül ediyoruz?

Dünya Okulu öğretim için başlıca iki metot kullanır. Bunlara biz yatay ve dikey tesirler ya da ruhsal sistemden gelen tesirler ve dünyasal tesirler adını veriyoruz. Büyük ruhsal organizasyonlar, dünya tekâmül okulunda eğitim gören bizlerin gelişim ihtiyaçlarının karşılanması için tesirler aktarırlar. Bu ruhsal tesirler, bizim fizik sahamızda çeşitli dozajlarda bazı sınavlar ve olaylar kılığında ortaya çıkarlar. Buradaki hedef insanlığa acı vermek değil, beşeriyetin iç potansiyelini uyandırmak, okulun gönüllü öğrencileri olan bizlerin şuurlanmasını ve idraklenmesini sağlamaktır. Biz bu şuurlanma ve idraklenmeyi kendi çabamızla gerçekleştiremediğimiz için bu türden harekete geçirici tesirlerle karşı karşıya kalıyoruz. İhtiyaç duyduğumuz bilgi ise bize şuurdışı kanalıyla, fikirler, rüyalar, sezgiler ya da doğrudan bilgi tarzında ulaşıyor. Dünya okulu bir varlığın ihtiyaç duyabileceği her türlü realiteyi, her türlü gelişim malzemesini sunar. Bu okuldaki duygu çeşitliliği, realite farklılıkları ve genetik, sosyal, bilinçsel yelpaze, yani aklınıza gelebilecek her türlü varyasyon, inanılmaz çeşitlilikte bir deneyim imkânı sunar. Dünya okulun öğretim metodu deneyseldir. Burada ruhtaki öz bilginin tatbikatı yapılır. Ayrıca, toplu tekâmül metodu da uygulanır. Bir diğer öğretim metodu da, bilgiyi varlığa yüksek bir çaba, alın teri ve hatta ızdırap karşılığında vermesidir. Buranın maddesel şartları, maddenin titreşimsel ağırlığı, gezegenin astral yoğunluğu her dilediğimizin, her imajine ettiğimizin kolaylıkla gerçekleşmesine izin vermez. Dünya okulunun bir diğer niteliği, bütün ideolojik, felsefi, inançsal ekollerin burada ayrı birer laboratuvar tarzında kurgulanmış olmasıdır. Bunları okuldaki ayrı ayrı dershaneler olarak düşünebiliriz. Aslında felsefi ve ideolojik çatışmalar da bu laboratuvar çalışmasının bir parçası olarak büyük ruhsal sistemler tarafından burada tohumlanmıştır.

Ruhsal idare mekanizması nedir? Bundan ne anlamalıyız, kısaca bahseder misiniz?

Ruhsal İdare Mekanizması, İlahi Kudret’in tezahür ettiği, fizik evrenin her boyutuna tasarrufta bulunan, tekâmülün gerektirdiği düzen ve imkânları ortaya koyan, çeşitli tekâmül dereceleriyle, hiyerarşik bir şekilde sıralanmış organizasyonları, ruhsal planları bünyesinde barındıran muazzam bir idareci varlıklar sistemidir. Elbette zaman ve mekâna bağlı bir sistemden söz etmiyorum. Zaman ve mekân kavramından bağımsız, yaratıcı kudretin adeta kainattaki izdüşümü gibi hareket eden ve bu gücü mutlak tasarruf yetkisine sahip bir mekanizmadır bu. Nerede başlar, nerede sona erer? Doğrusu, bunu tam anlamıyla kavrayabilmemiz pek mümkün değil. İlk defa Türk metapsişik çalışmaları sırasında ortaya konmuş ve Dünya’ya sunulmuş, ileri düzeyde bir bilgidir. Kur-an terminolojisinde “Biz” şeklinde kendisini tanıtan, Hristiyanlıkta ise “Ruh-ül Kudüs” olarak bilinen, Sadıklar Planı tebligatında “Ruhsal İdare Mekanizması”,  İlahi Nizam ve Kainat kitabında da “Ünite” ismiyle belirtilen, kâinatımızda tekâmülün en üst noktasına, şuursal tekliğe ulaşmış varlıkların meydana getirdiği mekanizmanın ta kendisidir. Tabii bu ifadeden, tekâmülün bu noktada sona erdiği anlamı çıkarılmamalıdır. Tekâmül etmekte olan her varlık, vazifesinde yüksele yüksele, bir gün Ruhsal İdare Mekanizması sistemine şuurlu olarak dahil olacaktır. “Dönüşünüz banadır” ifadesini bu anlamda düşünmek doğru olur. Ruhsal İdare Mekanizması fizik kâinatımızı, varlık sistemlerinin gelişim ihtiyaçlarına göre en uygun niteliklerde şekillendirir, sevk ve idare eder. Bu sistemlerdeki tekâmül devrelerinin öğrenim programlarını düzenler, devrelerin süre ve hızlarını belirler, uzatır, kısaltır, açar, kapatır. Varlıkların bu devreler içinde çeşitli şuursal aşamalardan geçerek, daha üstün realitelere ve yüksek şuur uyanıklığına kavuşmaları için çeşitli yollarla bilgi akışı sağlar. Gezegenlerdeki, devre açılış ve kapanışlarıyla bağlantılı tüm fizik değişimleri, hatta gezegenlerin yeni pozisyonlarını ve eksen açılarını da düzenleyen yine bu mekanizmadır. Yani tekâmül devrelerinin bütün sorumluluğu, bu tarifsiz ölçüdeki devasa sistemin sırtındadır. Sonuç itibariyle, insanın maddi ve manevi ihtiyaçlarını, ayrıca, tekâmül ettirici tüm yüksek bilgi ve tesir akışını yerine getiren, tekâmül aksiyon ve mizansenlerinin senaryo yazarı Ruhsal İdare Mekanizması’dır. Bireysel ve kitlesel tekâmül hareketleri, gezegenlerde yaşam tohumlanması, her devrenin beden tiplerinin genetik formasyonlarının meydana getirilmesi vb. bu mekanizmanın kontrolündedir. Olan her şey, bütün olaylar bu mekanizmanın nihai hedefine yöneliktir.

“İlahi Nizam ve Kainat” kitabında varlıkların vazife planına hazırlanmalarının vicdan mekanizması ile işlediğinden bahsediliyor. Vicdan birim düalitesinin iki zıt unsuru olarak da nefsaniyet ve vazife sezgisi belirtilmiş. Tekamülün amacı vazife sezgisine yaklaşmak mı? Varlık bu aşamaya nasıl ulaşır?

Vazife aşaması, varlıkların, tekâmüllerini tam bir idrakle, varoluşa karşı tam bir görev anlayışıyla sürdürdükleri bir aşamadır. Varlık artık otomatik ya da yarı-idrakli halden kurtulmuş, ruhsal vazife organizasyonlarına şuurlu şekilde katılmıştır. Hatta bireysel şuurunu, vazife planlarının ortak şuuruna entegre etmiştir. Bu noktada artık bireysellikten söz etmek pek mümkün değildir. Bizler Dünya Tekâmül Okulu’nda, az önce belirttiğim gibi, şuursal olarak öncelikle otomatik ve yarı-idrakli yaşamlardan geçeriz. İlk aşamalarda şuurlu vicdan henüz gelişmemiştir. Sayısız enkarnasyonlar içerisinde deneyimlenen sayısız olaylar, hatalar, acılar, mutluluklar, yanılgılar, yani her türden duygu hali, varlığı vicdanın kaba düzeylerinden, otomatizmadan ve nefsaniyetten yavaş yavaş çekip almaya, kıyas bilgisiyle de, bulunduğu noktadan daha yüksek bir realiteye yöneltmeye başlar. Varlık şuurlandıkça, daha yüksek ruhsal tesirlere bağlanır. Vicdan mekanizmasına ait birim düalitenin iki zıt unsuru vardır. Üst noktası vazifeye, alt noktası nefsaniyete yöneliktir. Bunlar evrensel yasa gereğince hep dengede olmak zorundadır. Varlık vicdani tesirlerden beslenerek, vicdani davranış ve fiiller içinde bulunarak, düalitenin vazife kısmını güçlendirdikçe, bu birim düalite artık öyle bir noktaya çıkar ki, o noktadaki birim düalitenin nefsaniyet unsuru artık kaba bir nefsaniyet değildir. Yani yeni denge düzeyi, önceki denge düzeylerine göre çok daha üstündür. Oradaki nefsaniyet dahi artık vazifeye yönelik bir nitelik almıştır. Varlığın oradaki nefsaniyeti bile başkalarına hizmete yönelmiştir. Varlık kademeli olarak bencillikten uzaklaşmaya, kendi tekâmül yolunu da başkalarının tekâmülüne hizmete, yani vazife anlayışına adamaya başlar. Bu aşama varlık için Dünya Okulu’nda gelebileceği en üst realitedir. Varlık artık diplomasını almaya çok yakındır. Dünya Okulu’ndan mezun olan varlık artık sonsuz tekâmül yolculuğunun ilerideki aşamalarında ruhsal vazife planlarında görev almaya adaydır.  Bu yolculuk, İlahi Nizam ve Kainat bilgilerine göre, “Ünite” denilen tam bir şuursal teklik haline, başka bir şekilde ifade edersek, bizim kainatımızın en yüksek tekâmül noktasına kadar devam edecektir.

“Maddenin güdümü altında yaşayan, maddeye adeta tapınan insanlığa tesirler yağıyor. Bu tesirlerin asıl amacı, taşıdıkları bilgiyi açığa çıkartmak ve varlıkların bu bilgiyi tekâmül yönünde kullanmalarını sağlamak”

Tekamül ettirici tesirlerin giderek hız kazandığını fark ediyoruz. Peki, bu zamanlarda yaşanmakta olan sıkıntılı süreçleri devre sonu hazırlıkları ve kıyamet alametleri olarak yorumlayabilir miyiz? 

Kıyamete mi gidiyoruz? Evet.. Kıyamete gidiyoruz ama gittiğimiz kıyamet her şeyden önce bir içsel kıyamettir. İç varlığımızda meydana gelecek sarsıntılardır. Maddenin güdümü altında yaşayan, maddeye adeta tapınan insanlığa, içinde bulunduğu bu acınası hali fark ettirmek üzere tesirler yağıyor. Bu tesirler insanlığın idrak seviyesine göre, farklı ortamlarda, farklı kisvelere bürünüyorlar. Bireysel ve toplumsal bazda, olaylar, zorlanmalar, sıkıntılar, depresyonlar olarak tezahür ediyorlar. Bu tesirlerin asıl amacı, taşıdıkları bilgiyi açığa çıkartmak ve varlıkların bu bilgiyi tekâmül yönünde kullanmalarını sağlamaktır. Her tesir bilgi taşır. Olaylar ve sınavlar olarak dünyada yüzünü gösteren bu tesirler, dünya okulunda deneyim yapan insanlara çeşitli ruh haletleri yaşatırlar. İşte bu sınavlar bilginin açığa çıkmasına yol açar. Bu bilginin de belli bir tekâmül hızını yaratması gerekiyor. Bir örnek vereyim.. Dünyayı bir yarış pisti olarak düşünün.. Bir de uzun mesafe koşan bir atlet var.. Bu atletin antrenörü, uzun mesafe koşusunun belirli metrelerini geçerken, sporcunun belli bir dakika/saniyenin altında olmasını istemektedir. Aksi takdirde bitiş noktasına istenen zamanda varamayacaktır. Tıpkı buna benzer şekilde, Ruhsal İdare Mekanizması da, içinde bulunduğumuz devre sonu süreci içindeki bazı aşamalarda bizlerin belirli bir şuur kıvamında olmamızı istiyor. İşte bu yüzden insanlığın yavaşlığı ve ataleti, şok tesirlerle, hızlandırıcı tesirlerle arttırılıyor. Bunlar harekete geçirici, uyarıcı etki yaratan ve hepsinden önemlisi, statükoyu sarsan olaylar tarzında karşımıza çıkıyor. Olaylar bizi konfor alanımızdan çıkmaya zorluyor. Olaylarla insanların tekâmül ihtiyaçları senkronize ediliyor. Şuur ve vicdan uyanışı da hızlandırılıyor. Bunlar elbette devre sonunun hazırlığıdır. Devre sonu itibariyle hedeflenen bir ortalama tekâmül kıvamı vardır. Biz bunu kabul ederek enkarne olduk. Vazifelerimiz var. Yaşam planlarımız var. Bağlı bulunduğumuz ruhsal planlar, ruhsal organizasyonlar, bu vazifeleri yerine getirmemiz ve aynı zamanda Dünya Okulu’nun mevcut devresi için yaptığımız genel tekâmül planımızı da devre kapanışına kadar gerçekleştirebilmemiz için bize psişik kanaldan, şuurdışı dediğimiz kanaldan tesirler göndermeye devam edecek.. Devre kapanışı yaklaştıkça şüphesiz ki, basınç da artacaktır.

Negatif adını verdiğimiz yapılar her ne yaparsa yapsınlar, aslında Dünya gezegeninin bu devre için hazırlanan orijinal tekâmül planına hizmet ettiklerinin farkında değiller.

Olmakta olanları yeni bir bilinç ile idrak etmeye zorlanıyoruz. İnsanın ve insanlığın tekamülü açısından baktığımızda tüm bu karmaşanın ardında başka bir hayır olduğunu bilsek de şu an pek görünür değil. Bir geçiş, ara aşama ve bekleme hissi gibi daha ziyade. İfşa olan pek çok şeyin olduğunu da görüyoruz ve bir çok insan neye inanacağını şaşırmış durumda.. Neler söylemek istersiniz bu konuda?

Görünüşteki karmaşa bize göredir. Ruhsal mekanizmaya göre aslında bir karmaşa yoktur. Şu anda gördükleriniz iki temel sebepten kaynaklanıyor. Birincisi; Dünya gezegeninin, kendi doğal evolüsyonu gereği, jeolojik, atmosferik, kutupsal, enerjetik anlamda yepyeni bir formasyona doğru ilerlemesidir. Dünya pozisyon değiştirecektir. Kozmik enerjileri yeni devrede farklı bir eksen açısıyla alacaktır. Bu, yeni devrenin, yeni müfredat programına uygun bir yapı olacaktır. Tıpkı tiyatro oyunlarında, sahne geçişlerinde dekorun değiştirilmesi gibi düşünün. Bu gezegen de devre sonunda dekor değiştirecek, coğrafi yapı değiştirecek, her şey yeni devrenin yeni öğrencilerinin tekâmül ihtiyaçlarına paralel bir forma sokulacaktır. İkincisi; tüm değerlerin, tüm ideolojilerin, tüm kurumların, sıkıca tutunduğumuz, kendimizi eşkoştuğumuz tüm olguların dejenere olmakta olduğunu görmemiz gerek. Devre sonunun en önemli özelliği dejenerasyondur. Bu, gerekli olan bir dejenerasyondur çünkü bu dejenerasyon olmadan rejenerasyonun meydana gelmesi, yani yenileşmenin ortaya çıkması mümkün değildir. Her değer dejenerasyondan nasibini alıyor, bozulmaya uğruyor ve artık insanların ruhsal gelişimine hizmet edemez hale geliyor. Bu bozulmayı da bizler işte yaşadığımız süreç içindeki bu olaylar tarzında gözlemliyoruz. Eğer bütün bu yaşananları, dünyasal seviyeden anlamaya çalışırsanız kafanız karmakarışık olur. İşin içinden çıkamazsınız. Oysa her olan biten yüksek ruhsal yasalar çerçevesinde meydana geliyor. Tekâmül yasalarını, tesirlerin işleyiş mekanizmasını anlamaksızın yaşananları kavrayabilmek pek olası değil. Her şey Dünya Tekâmül Okulu’nda öğrenim gören öğrencilerin tekâmül gereksinimlerini karşılamak üzere, insanlığın kolektif şuurunun ruhsal sisteme gönderdiği feedback’in bir dönüşü, bu çağrıya bir yanıt verişi tarzında ilerliyor. Negatif olarak gördüğümüz her olay insanlığın, kendi karanlık tarafıyla yüzleşmesini sağlar. Negatif adını verdiğimiz yapılar her ne yaparsa yapsınlar, aslında Dünya gezegeninin bu devre için hazırlanan orijinal tekâmül planına hizmet ettiklerinin farkında değiller. Bütün sistem, farkında olunsun ya da olunmasın, tam bir senkronizasyon içinde, devre sonunda insanlığı yüksek bir şuur kıvamına ve birlik duygusuna taşıyacaktır. Gerisi detaydır.

Yaşanan her şey Ruhsal İdare Mekanizması’nın hazırladığı mizansen ise; karanlık güçler de bu mizansenin bir parçasıysa, çatışan ideolojiler, dinler ve hatta komplo teorileri de ruhsal idare mekanizması tarafından meydana getiriliyorsa… Buradaki rolümüz, aksiyonumuz  ne olmalı? Çok boyutlu düşünürken bir yandan -ve yine de- iyiler ve kötüler vb. şekillerde ayrışma, ayıklanma kaçınılmaz mı olacak?

Bizim rolümüz öncelikle kendi yaşam planımızı realize etmektir. Bizim asıl odaklanmamız gereken budur. Bu yaşam planını sadece bireysel anlamda düşünmeyelim. Hepimiz esasen bir ruhsal plana, bir ruhsal organizasyona, bir başka ifadeyle bir ruhsal aileye bağlıyız. O organizasyonun fizik plandaki bir uzantısı olarak burada tatbikat yapıyoruz. Sadece kendi gelişim ihtiyaçlarımızı değil, bağlı bulunduğumuz ruhsal organizasyonun da bilgi ve deneyim ihtiyacına hizmet ediyoruz. Böyle muhteşem bir sistem içindeyiz aslında. Herkesin bağlı bulunduğu bu ruhsal planların muazzam bir mekanizma dahilinde daha üst ruhsal planlara bağlı olduğunu, onların da üzerinde daha yüksek organizasyonlar bulunduğunu ve evrenin inanılmaz bir organizasyonlar ve vazife planları bütünü olduğunu düşünün. Bu organizasyonların Dünya gezegeninden sorumlu kısmının burada nasıl bir laboratuvar çalışması içinde olduğunu kavrayabilmek kolay değil. Her olgu, her ideoloji, her inanç sistemi, her felsefe aslında bu laboratuvar çalışmasının bir deney konusudur. Burada yapılan etütlerden nasıl bir kozmik sonuç çıkacak? İşte bizler bu çalışmanın birer uzantısıyız. En önemli rolümüz budur. Varoluşta “iyiler/kötüler” ayrımı yapmak doğru bir yaklaşım değildir. Hepimiz farklı rolleri üstlenmiş ama yaratılış kumaşını aynı kaynaktan almış varlıklarız. Aynı terzinin elinden çıktık. Aradaki tekâmül farklarını dünyasal, sınırlı bilincimizle, iyi ya da kötü sıfatlarıyla etiketlendiriyoruz. Kâinatın en temel yasalarından bir tanesi “Seçme Özgürlüğü Yasası”dır. Bu yasa gereğince varlıklar sonsuz tekâmül yolculuğu içinde farklı yollara saparlar, orada sert sınavlarla karşılaşırlar, tekrar döner anayolu bulurlar. Deneme yanılma yoluyla öğrenen varlıklarız. Devre sonlarında elbette bir ayıklanma olur. Bu bir liyakat meselesidir. Sonuçta burası zorlu bir okul. Devre sonun geldiğinde hala hazır olmayanlar, ruhsal rehberleriyle birlikte, yine Seçme Özgürlüğü Yasası dahilinde kendi tekâmüllerinin nasıl devam etmesi gerektiğine karar verecekler, en uygun yolu belirleyeceklerdir. Bunu şimdiden bilemeyiz. Kesin olan şudur ki, hiçbir varlık gözden çıkarılmaz. Bu devrede mezun olamayan, diğer devrede diplomasını alır. Dünyada olmazsa, eşdeğer başka bir tekâmül sahasında halleder bu işi.. Sonsuz fırsat verilir.

Fazlasıyla bilgi kirliliği var ve ruhsal konulara ilgi giderek artıyor ancak kime, neye inanıp itibar edeceğimizi de bilemiyoruz bazen. Bir bilginin ya da herhangi bir etkinin alt spatyomdan mı, yüksek şuurdan mı geldiğini nasıl anlarız? Karmik telafilerimizi yapmak adına bunları ayır etmekle de mükellefiz. Bununla ilgili olarak sempatizasyon yasasından bahseder misiniz?

Çok önemli bir soru bu.. Gerçekten bu anlamda sıkıntılı bir süreç yaşıyoruz. Ruhsal konulara ilgi artıyor ama birçok insanda bilgi ve deneyim altyapısı olmadığı için, aktarılan bilgilerin seviyesini tartamıyorlar veya ruhsal ve zihinsel olarak hazır olmadan birtakım ruhsal bağlantı çalışmalarına giriyorlar. Dünya spatyomu, bu tür deneyimsiz kişilerle tahakküm edici irtibatlara girmek isteyen geri seviyeli varlıklarla dolu. Varlıktan kastım, dünyada yaşamış ve dezenkarne olarak spatyoma geçmiş insanlar. Henüz Dünya tesirlerinden kendisini kurtaramamış, maddeye yönelik arzularından vazgeçememiş, dünyada bıraktığı bedenini isteyen varlıklar bunlar. Deneysel spiritüalizm çok uzun yıllardır bu olguyu bütün detaylarıyla ortaya koymuştur. Bu süreci artık gayet iyi biliyoruz. İşte bu maddesel tesire daha yakın ve yatkın durumda bulunan varlıklar, kendileriyle titreşimsel benzerlik içinde olan, dünyadaki bazı insanlara tesirler gönderirler. Dünyada, enkarne durumda bulunan kişi deneyimsizse, ego kontrolünü yapamıyorsa, dünyevi zaafları fazlaysa, bu türden tesirlerin hakimiyeti altına kolayca girebiliyor. Spatyomdaki obsedör varlık bu kişinin, yani obsedenin zaaflarını kullanıyor ve ona birtakım sahte bilgileri ya da kendi imajinasyonuyla oluşturduğu uydurma bilgileri naklediyor. Bu noktada bilgilerin iyice sorgulanması gerekir. Yüksek şuurlu varlıklar, doğrulanması mümkün olmayan, fantastik bilgiler aktarmazlar. İrtibatta oldukları kişiye “Sen falanca gezegenden gelmiş, çok büyük vazifeli bir varlıksın.. Orada şöyle yüce bir yöneticisin.. Falanca yerin kralıydın” gibi, tamamen ego temelli, kişiyi pohpohlayarak etki altına almaya odaklı bilgiler asla vermezler. Yüksek varlıkların mesajları kısa, öz ve çoğunlukla ruhsal ilkelere yöneliktir. Örneğin, “Ben size kanserin ilacının formülünü yazdıracağım” diyen bir varlık geri seviyeli bir varlıktır. Yüksek düzeyli bir varlık bu tür bilgilerin evrensel yasalara, karmik ilkelere aykırı olduğunu bilir ve mesela sadece hastalıkların ardındaki ruhsal sebeplerden bahseder. Bunun Sempatizasyon Yasası ile bağlantısına gelirsek.. Varlıklar daima kendilerine uygun, kendi vibrasyonel seviyelerinin karşılığı olan tesirleri çekerler. Bu gibi ruhsal bağlantılarda da obsedör ile obsede arasındaki titreşimsel yakınlık bu yasa çerçevesinde onların bir etkileşim içine girmesine yol açabiliyor. Geri tesir daima sempatize olduğu şeye cazibe duyar.

Birbirimizin tekâmülüne hizmet ederek, birbirimize hadiseler yaşatarak, hep birlikte ilerliyoruz.

Toplu kıyamet/bireysel kıyamet ile toplu tekâmül/bireysel tekâmül kavramlarını nasıl anlamalıyız? Bunlar ayrı şeyler midir?

Biliyoruz ki, kıyametin asıl anlamı şuurların uyanışıdır. İnsanlık ailesi olarak, her şeyden önce bir toplu uyanış haline, bir tekâmül devresinin sona erişine doğru ilerliyoruz. Bu, büyük bir devrenin ders programının tamamlanması sonucunda elde edilecek kitlesel bir şuurlanma anlamına geliyor. Toplu şuurlanma nedir? Toplu şuurlanma, bireylerin şimdiye kadar taşımış oldukları hatalı, eksik, rölatif tüm bilgilerinin, dünya ve evren görüşlerinin, hakikat bilgisiyle yer değiştirmesi demektir. Demek ki insanlık, zihinlerdeki şüphelerin, sorgulamaların ortadan kalkacağı, bütün realitelerin ortak bir alanda buluşacağı, çok yüksek bir bilgiye kavuşacaktır. Bu bilgi tüm insanlığın varoluşa bakışını aynı merkeze odaklayacaktır. Dünya gezegeni ve insanlık daima farklı tesirler altındadır. Devre sonunda meydana getirilecek tesir ise çok farklı ve özel bir tesir alanı olacaktır. İşte bu bir kıyamettir. Zihinlerdeki duvarların yıkılışıdır. Nihayetinde, herkes, kendi bulunduğu realitenin bir üzerindeki realiteye geçecektir. İşin jeofizik kıyamet kısmı ise dünya gezegeninin kendi doğal döngüsü ve yeni devre için oluşacak yeni coğrafi formasyonla alakalıdır. Yani asıl kıyamet topluca şuurlanmak, başımızı, gömdüğümüz kumdan topluca çıkarmak olacaktır. Aslında tekâmül de topludur, bütünseldir. Bizler bu toplu tekâmül programı içinde kendi payımıza düşeni alıyoruz. Birbirimizin tekâmülüne hizmet ederek, birbirimize hadiseler yaşatarak, hep birlikte ilerliyoruz. İnsanlar arasındaki şuursal realite farkları karşılıklı tesirleşmeye sebep olur. Yani alt seviyedeki şuur üsttekinden tesir alır. Bu tesir, alt seviyedeki varlıkta gerilim ve direnç yaratır ama zaman içinde bu gerilim ve dirence adaptasyon sağlayarak, üstten gelen tesirle sempatize olup bir sıçrama yapar. Aynı durumun tersi de geçerlidir. Yani üst bilinç seviyesindeki varlıklar da alt seviyedekinden tesir alıp birtakım geliştirici olayların, sınavların içine girerler. Dünyada toplu tekâmül böyle ilerler. Bireysel kıyameti ise iki şekilde düşünmek gerekir. Birincisi, devre sonuna has özel tesir alanını daha şimdiden hissedip, iç varlığında yaşayan insanın deneyimlemeye başladığı değişimdir. İkincisi ise, dezenkarne olarak bedenini terk eden varlığın, spatyoma geçişinden sonra, tüm enkarnasyon geçmişinin bir bileşkesini idrak ederek ulaştığı bir şuur uyanıklığıdır, ki bu aşama, ancak uzun bir yol kat ederek, birçok zorlu enkarnasyon sonucunda elde edilen bir liyakattir.

Devre sonuna kadar giderek ağırlaşacak mı tesirler? Bilinç ve titreşimler yükseliyor, ışık artıyor ise daha kaba deneyimlere ihtiyaç duyulması yine de gerekecek mi? Ya da nasıl deneyimleyeceğiz bu süreci?

Açık konuşmak gerekirse, giderek daha çok zorlanacağız. Ancak bu zorlanmanın asıl sebebi dünyaya yönelik devre sonu tesirleri değil, bizim bu tesirlere karşı gösterdiğimiz içsel dirençler, eşkoşmalarımız, maddeye olan yüksek konsantrasyonumuz ve bağlılığımızdır. Zorlanan varlığımız değil, nefsaniyetimizdir. Nefsaniyetimizle aramızdaki mesafeyi ne kadar uzatırsak, kendimizi eşkoştuğumuz, özdeşleştirdiğimiz sahte değerleri kendimizden ne kadar uzak tutarsak, bu tesirler bizde o derece az gerilim yaratır. Yanımızdan hafif bir rüzgâr gibi geçip giderler. Bütün mesele bizim esneklik ve adaptasyon kabiliyetimizdedir. Değişime göstereceğimiz direncin ölçüsüne bağlıdır. Kabalaşmış deneyimlere ihtiyaç duyacak varlıklar elbette olacaktır. Bu, o varlıkların idrak ölçülerine bağlı bir durumdur. Varlık, olayların kendisine anlatmak istediği, vermek istediği öz bilgiyi alamıyorsa, atalet içindeyse, olaylar kabalaşarak, sertleşerek gelir. Bu evrensel bir yasadır. Yani temel olarak her şey bizim tutumumuza, anlayışımıza, içsel reaksiyonumuza ve olayların vermek istediği bilgiyi idrak etmekteki hünerimize bağlı.

Anadolu’nun vazifelerinden biri; hızlandırıcı, tekâmülde büyük yol kat ettirici, yüksek ruhsal bilgileri, hakikat bilgilerini insanlığa sunmaktır. Bunlar insanlığı devre sonuna hazırlayıcı bilgiler olacaktır.

Türk milleti olarak tarihte bu kadar zorlu zamanlar yaşamamız Anadolu’daki kadim bilgeliğin uyanışta çok büyük bir vazifesi olması sebebiyle mi? Ruhsal planda Anadolu topraklarının misyonu nedir? Bu noktada hem toplumsal hem de bireysel olarak üzerimize düşen vazifeler neler?

Dünya gezegeni başlı başına bir kozmik laboratuvardır ama Anadolu, bu kozmik laboratuvarın içinde çok özel bir yeri olan, apayrı bir ihtisas laboratuvarıdır. Sayısız kavimler, göçlerle Anadolu’ya kendi genetiklerini taşıdılar. Burada kritik bir sentez deneyi yapılıyor. Bizler, yani Anadolu halkı, birçok farklı kültürün, birçok farklı realitenin, farklı inancın, farklı dünya görüşlerinin, farklı psişik yapıların bir arada, bir ortak alan kurabileceğini göstermek vazifesini üstlenmiş bir halkız. Türk ulusunun Orta Asya’dan Anadolu’ya çıkıp gelmesinin, bu konuda vazifelendirilmesinin asıl sebebi, görünmeyen sebebi budur. Bu deneyin en önemli unsurlarından bir tanesi de, Batı ve Doğu düşünce sistemleri arasında bir ruhsal köprü oluşturma meselesidir. Yani burada coğrafi değil, ruhsal bir operasyon söz konusudur. Bu da, bu kozmik devrenin dersleriyle bağlantılı bir durumdur. “Bireyciliği” yücelten Batı yaklaşımına karşı, Anadolu “Ruhsal Kolektivizm” antidotunu ortaya koymak durumundadır. Bu yüzden büyük bir basınç altında tutuluyoruz. Zaten Anadolu insanının iç varlığı, ruhsal yapısı bireyselliğe uygun bir yapı değildir. Birliktelik, birlik hali, Birleşik İnsanlık Realitesi bu devrenin sonunda tüm gezegende oluşması istenen bir ruhsal iklime ait unsurlardır. Anadolu bu olgunun pilot bölgesidir. Anadolu aynı zamanda bir ruhsal jeneratördür. Gerek daha önce burada doğmuş, yaşamış yüksek vazifelilerin kolektif şuur sahasına bıraktığı değerler, gerekse Anadolu halkının psişik kudretinin cezbettiği enerjiler, burada adeta bir ruhsal anafor yaratıyor. Şüpheniz olmasın ki, -farkında olsunlar ya da olmasınlar- bu anafordan bütün dünya beslenmektedir.Anadolu’nun bir diğer vazifesi de, hızlandırıcı, tekâmülde büyük yol kat ettirici, yüksek ruhsal bilgileri, hakikat bilgilerini insanlığa sunmaktır. Bunlar insanlığı devre sonuna hazırlayıcı bilgiler olacaktır. Bilgimiz ve inancımız budur. Bunlar ağır vazifelerdir. Bu topraklarda yaşayan bizler tesadüfen burada değiliz. Bir vazifenin yerine getirilmesi için burada buluştuk. Öncelikle bu vazifemizin farkına varmamız gerekiyor. Sadece bir araya geldiğimiz sürece bir şeyler başarabileceğimizi anlamamız gerekiyor. Kamplaşmanın bizler için ağır sonuçları olacağının idrakine de varmamız gerekiyor. Her türlü görüş farklılıklarımızı bir yana bırakıp, ruhsal alemdeki taahhüdümüze uygun şekilde, ele ele vermemiz gerekiyor.

Dünya dışı uygarlıklar ve galaktik varlıklar ile temas hakkında çalışmalarınız ve yazdığınız kitaplar olduğunu biliyoruz. Son olarak resmi bütünleştirmek adına galaktik planda gelişmekte olanlar hakkında neler söylemek istersiniz? Bu süreçte görünenin dışında başka şeyler olduğu da aşikar, ancak dünya ile paylaşılmayan bilgiler var. Temasın amaçları nedir?

Öncelikle şunu anlamamız gerekiyor. Yüksek bilince ulaşmış dünya dışı varlık sistemleri, evrensel yasaların dışında hareket edemeyeceklerini gayet iyi biliyorlar. Dünya gezegeninin tekâmül planı henüz doğrudan bir iletişime izin vermiyor. Bu iletişim şimdilik psişik alandan ilerliyor. Temaslar uzun bir süreden bu yana bireysel tarzda gerçekleşiyor ve böyle bir etkileşime ruhsal altyapıları bakımından hazır olan bireyleri kapsayan, geniş çaplı bir operasyon görüyoruz. Burada yürütülmekte olan operasyonun ana hedefi, insanlığı; daha yüksek realitelerin, daha ileri varoluş sahalarının, evrendeki daha farklı gelişim okullarının varlığından haberdar etmektir. Dünya Tekâmül Okulu’ndan mezun olmaya aday varlıkları, mezuniyet sonrası ulaşacakları yeni ve genişlemiş farkındalığa hazırlıyorlar. Bunun ön fikirlerini veriyorlar. Yerel anlayıştan evrensel anlayışa tırmanmaya hazırlanan öğrenciler için, ileride onları bekleyen yeni kozmik filmin fragmanını izletiyorlar. İnsanların hem şuurunu hem de şuuraltını bu realiteye ısındırıyorlar. İnsanlık ailesinin, dünya dışı realitesinin tam farkındalığına ulaşmasının devre kapanışından önceki zaman diliminde gerçekleşeceğini düşünüyorum. Bunun, kitlesel bir uyanışı, toplu bir şuurlanmayı sağlayacak özel tesir akışının dahilinde gerçekleşeceği ve uykuda olanları şok bir tesirle sarsarak, çok radikal bir realite değişimini tetikleyeceği fikrindeyim. Bu değişim, dünya insanlığını, Ruhsal İdare Mekanizması’nın hedeflediği birlik ruhuna yaklaştırabilecek bir potansiyel taşıyor. Dünya ile paylaşılmayan tüm bilgilerin meydana çıkacağı günler gelecek. Kolektif bilinç hazır olduğunda, dünyadaki hiçbir güç, hiçbir sistem, hiçbir yapı buna engel olamayacaktır. Ruhsal sistem barajın kapaklarını açacaktır. Sadece zaman meselesidir…

POZİTİF DERGİSİ 05/2021 TARİHLİ 42. SAYIDA YAYINLANMIŞTIR.

RÖPORTAJ: Burcu Öztınaz Kömürlü